Yoksul gençliğimin süslü düşünde
Makberime nasıl koydun, ah Leyla
Çöl toprağın mazim ağdım taşında
Aşk yelin eserken soydun, ah Leyla!
Kalbimde bir yılan gibi gezindin
Sordun mu darbeyi gidip sandığa
Halkı ahmak sayar, darbe yapar da…
Ninniler söyleyip masum kundağa
Dost gözünü oyar, darbe yapar da…
Dedi, Recep Tayyip Erdoğan "Gidin! "
Benimde katıldığım uluslararası teknik bir toplantı da, son gün yabancılara boğaz turu gezintisi ayarlanmış. O kadar İstanbul’a gelirim boğazda gezinti kısmet olmadı o güne kadar. Üstelik denizde vapur yolcuğu her zaman hayal ettiğim şeydi. Bu tura katılacağımı duyunca oldukça heyecanlıydım açıkçası.
Vapura gitmek için yürüyorum, Sultan Ahmet’ten Beyazıt’a doğru… Gördüklerim neredeyse taş binalardan nefes alıp verdiğim efsanevi Osmanlı kokusuydu burnuma gelen. 1453’ten beri yürüyen insanların sesini dinledim yürürken. Kim bilir, örneğin, yüz sene evvel kim vardı bulunduğum bu yerde ve nelerden bahsedip konuşuyorlardı? Acaba benim geçeceğim bu yüzyılı hayal edebiliyor muydular? O kadar süratle gelişen teknolojiyle hızla değişen yaşam şeklimiz bu düşünceleri aklımdan çıkarıverdi birden. Çünkü gereksizdi. Çocukluğumda bile radyo bir günah ya da öcü gibi tanıtılıyordu, 60lı 50li yıllarda. Kaldı ki, o yıllarda bu yaşadıklarım nasıl düşünebilir ve hayal edilebilirdi ki... İmkânsız bir şeydi.
Kabataş iskelesinden Karadeniz’e doğru nerdeyse üç yüz kişilik vapurda AB ülkesi insanlarla yavaş yavaş boğaza açılıyoruz. Geçerken tek tük kopuk kopuk yalılar görüyorum hala ayaktalar. Korular var, yeşilliğini sergileyen... Ortaköy sahilinde, Mecidiye camisinin önünden geçiyoruz. Meşhur gecelerin camisi... Dizilere sığmayan, olmazsa olmazı... Rehbere soruyorum, mimarının ermeni olduğunu söylüyor. Şaşırıyorum. Osmanlı o hale gelmiş ki, artık Mimar Sinan’lar yetiştiremez olmuş, yıkılma yılları olan 19. yüzyılda. Demek ki, Osmanlının yıkılması son derece doğalmış diyorum içimden. Her şeyini yabancılara bırakmış, imanı dışında. Onunla da kurtuluş savaşı, Çanakkale harbini kazanmışlar... Kazanmışlarda ne olmuş sonra, bir tek taş koyamamışlar üstüne gelecek nesiller!
Kelebekler özgürdür, çünkü bir gün yaşarlar
Her şeylerini bir güne sıkıştırırlar, koleksiyon olurlar sonra!
Elleri kirli, yürekleri duyarsız, evlerinde insanlara
Süs olurlar duvarlarında!
Elinde silah mirasyediler ava gider, zevkle safariye
Olmam gereken resim belli aslında
Boyalar karışmış,
Tuval eskimeye alışmış,
Odasında sabır giysiler gardolabında!
Kapısı giren çıkandan aşınmış
Katlanır kırk üç yılın hatırına
İçimde fırtınalar esiyor...harabelerde dolaşıyorum. Eskilerde yaşanmış evlerin üstündeki çimenlere basa basa ilerliyorum. Kim bilir burası oturma odası olmalı diyorum, sevinçleri üzüntüleri dinliyorum...çocuk seslerini işitiyorum. Sanırım birisi mektup okuyor. Kulak misafiri oluyorum... İki ay sonra kardeşi gelecekmiş, mektubunda yazıyormuş...derdine çare için doktor arıyormuş. Misafir kalacakmış orada, sanırım erkeğin kardeşiymiş. Ağlaşmalar başlıyor. Telaşlar hayli çok. Ne yapacaklarını bilmiyorlar... “ah şu uzaklık! ” deyip veryansın ediyorlar. Çocuk ağlamasıyla iyice geriliyorlar. Zaten hazanlar yüreğimde... birde bu manzara! Uzaklaşıyorum.
Çınar ağacının gölgesine oturuyorum sessizce... iki sevgilinin kalp kazılmış yazıları gözüme ilişiyor. Neredeyse kaybolmak üzere. Sesleri kulaklarımda yankılanıyor. Sevdalarına aileleri karşı galiba. Çözüm arıyorlar. O yana gitseler olmuyor, kaçsalar olmuyor...çaresizlik içindeler...kulaklarımı tıkıyorum...varsın güneş yaksın tenimi diyor gölgeden uzaklaşıyorum...
Suyun kenarına geliyorum. Eskiden gür akarmış...konuşan kurbağalardan işitiyorum. Hayıflanıyorlar...”Nerede eski yağmurlar...Nerede gür akıntı ve temiz sular...” diyorlar ağlaşarak! Koklamaya başlıyorum çevreyi, nedense hiç koklamazdım ne zaman gelsem. Gerçekten çok kötü kokular alıyor burnum... iğreniyorum...
Senden ne isteyebilirim ki?
Aşk varda pazarlığımı olmalı,
Yol varda yolcusunu mu bulmalı,
Son varsa ölüm perdesini mi yolmalı,
Eğer yazdıysan, bende bir parçan var demek ki…
İster sanal de istersen gerçek, bunun için saç baş mı yolmalı!
Gecenin sırrı sehere eriştiğinde
Öylesi masum ağarır yer beşiğinde
Keşfe hazırdır sesleri şendir besteler
Redde nazırdır yesleri “Kun” der gözdeler
Suriye’nin aksaydı kan yerine petrolü
Dünya ayağa kalkar dost, değişirdi rolü...
Suriye’de kim ölmüş kimin umurunda ki
Ya da başka ülkede giden olurunda ki!
Katili babasız, anne doğurur
Yarasa emzirir karanlıklarda
Dinozor kanları teni yoğurur
Aydınlık lekedir azgınlıklarda!
Mürekkep yalamak yerine cahil
Yıl sevgisizliğin alışkanlık haline gelmediği,
Ulusu,doğayı sevmenin suç sayılmadığı,insanların
Birbirlerini ötekileştirmediği yıl olsun
Yıl alın terinin değer gördüğü yıl olsun
Yeni yılımız ve gelecek yıllarımız AYDINLIK olsun….or/er
O Bir Seven O Bir Gönül Dostu
Bütün Dostlar Güzel Hatıralar Hatırlatsın
Beni Size Sizi Bana Ölürsek Bir Fatiha
Ölmez İsek Hepimiz Hepimize Ebedi Hatıra
SAFET KURAMAZ'ın şiirlerini zevkle takip ediyorum. İyi bir şiir birikimi olduğu kanısındayım. yeni şiirlerini ve çıkaracağı çıkarması gerektiğini düşündüğüm şiir kitabını merakla bekliyorum. KENDİSİNE BAŞARILAR DİLERİM