Sesleri hiç çıkmıyor, dut yemiş bülbül gibiler. İki yıl önce verdikleri oyun tam tersini verdiler ama düştükleri çelişkiden hiç utanmıyorlar.
"Söz namustur" diye afiş bastıranlar bugün verdikleri ret oyuyla namussuzluklarını ilan etmiş olmuyorlar mı? Dünden bugüne ne değişti?
"Kurucu partiyiz" diyerek kasım, kasım kasılanlar bugün PKK'nın aparatı, şamar oğlanı, kapısında bekleyen beslemesi durumuna düşmüş olduklarının ne kadar farkındalar acaba, ya da farkındalar mı?
Yapılması gereken şey zamanında yapılmazsa faydadan çok zarar verme durumu orta çıkıyor.
"Dengeleri koruyacağız," derken risk giderek artıyor.
PKK ile uğraşmak giderek daha zor bir hale geliyor.
Bu ülkede toplumsal ahlakın dejenere edilmesi işlemi Yeşilçam filmleriyle baş gösterdi. Daha sonra televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte “Dallas” adlı dizi bu görevi devraldı. Ardından “Yalan Rüzgârı” ve diğerleri geldi. Bunlar devlet televizyonu TRT de yayınlanıyor ve 7 den 70’e her kes de izliyordu.
Zamanla televizyon kanalları çoğaldıkça işin içine Türk dizileri girdi. Konular da elbette bu ithal dizilerden esinlenilerek seçilir oldu. “Perihan Abla, Süper Baba” gibi görece biraz daha ehven ve yerli olanları da vardı ama çoğunlukla aile yapısına, toplum yapısına bilinçli bir şekilde tecavüz eden diziler yavaş yavaş ama istikrarlı bir biçimde hayatımıza girmeye başladılar.
Siyonist katillerin Gazze’de işlediği katliamın karşısında derin bir suskunluk içindeyim. Çaresizliğin vermiş olduğu yeisle elim kolum bağlı sadece seyrediyorum. Seyrediyorum ve öfkemi biriktiriyorum.
Lakin bu biriken öfkeyi ne şeklide boşaltacağımın bir tarifi yok. (Yoksa var mı?) Yapılan protestolarla, bir takım şirketlerin ürettiği malları almayarak onları boykot etmekle bu işler ne kadar düzelir? Bu gibi eylemler yanan yüreklerimize bir nebze de olsa su serpmekten başka ne sonuç verebilir?
Tek bir çözüm yolu var o da bu mübarek milletin yeniden kendisini tanımlayıp gerçek kişiliğini ortaya çıkartması. Bünyesinde zaten var olan o liderlik becerisini yeniden vizyona koyması.
Asgari ücret açıklandı. En düşük 4253 lira. Çalışanın medeni durumuna göre yükseliyor.
%50'nin üzerinde gerçekleşen zam için en büyük fedakârlığı devletin yaptığı görülüyor.
Yıllardır dillendirilen ama bir türlü hayata geçirilemeyen asgari ücretin vergi dışı tutulması konusunun bu sefer gerçekleştirilmiş olması da çok önemli bir gelişmedir.
Bazı gençler kendilerine uzatılan mikrofona konuşarak ülkelerini (Türkiye'yi) küçümseyip aşağılıyor sonra batıya methiyeler düzerek "Burada mühendis olsam ne yazar, iş yok. Batıya gider bulaşıkçılık, eskortluk, garsonluk vb. yaparım daha iyi," gibi sözler edip akıllarınca dertlerini anlatıyorlar.
Ya da pasaport resmi paylaşılıp "Ülke bir hukukçu, doktor, mühendis kaybetti. Almanya, Belçika (ya da neresiyse) bir şoför, kat görevlisi vb. kazandı" şeklinde paylaşımlar yapılıyor.
Okuyan ya da izleyenler içinde bu türden paylaşımlara inanan çıkıyor mudur, bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, bu paylaşımların sebebi açık, genç neslin kafasını karıştırmak.
Toplumsal olaylara bağlı olarak ülkemizde ve dünyanın çeşitli yerlerinde değişik sebeplerle zaman zaman, pek çok protesto gösterileri gerçekleştirilir. Dikkat edilmişse eğer görülecektir ki son zamanlarda o bilindik protest dil ve eylem çeşitleri kullanılmıyor. Tabi böyle olunca bu protestoları yerleşik anlayışlarla yönetmek isteyenlerin kulaklarına kar suyu kaçıyor, keyifleri bozuluyor ama bundan da önemlisi anlamak isteyenler için aslında bu protestolar başka şeyler de söylüyor.
Meselâ bu yeni gençliğin kullandığı dil, yeni bir dil… Kendisini hiçbir kategoriye koymadan hiçbir ideolojik angajman içine sokmadan söylemek istediğini söylüyor. Gerçi henüz sloganlardan ibaret oluyor bu söyledikleri ama böyle de olsa günümüzü, günümüz politik anlayışını bariz bir biçimde gözler önüne seriyor.
Hani bazılarımız bu günkü gençliği apolitik buluyor ya, bu bence büyük bir yanılgı. Hiç de apolitik değil yeni gençlik. Aksine biz eski kuşağın anlayamayacağı bir politik dilleri var. Biraz alaycı, biraz vurdumduymaz ama oldukça gerçekçi… Yeni kuşak artık her şeye hemen “evet,” demiyor. Söylenenleri dinlemiyormuş gibi yapıyor, umursamaz görünüyor ama dikkatle dinliyor, ilgileniyor ve not ediyor. Yaşadıkları toplumla ilgili önemli bir bilgi birikimine sahip oldukları da su götürmez görünüyor.
Yeni nesil siyasi parti kavramına bir önceki kuşağın baktığı pencereden bakmıyor.
Eskilerin bakış açısı netti ve bu durum çoğu zaman doğru düşünme ve algılama konusunda bazı aksaklıkları da beraberinde getiriyor ve dolayısıyla eleştirel bakış açısını kapatıyordu.
Oysa şimdiki gençler muğlak kavramlar çerçevesinden bakıyorlar meseleye. Bu durum da onlara daha geniş ama bir o kadar da bulanık bir perspektif kazandırıyor.
Taraf olma konusunda aceleci davranmıyorlar. Taraf bile olsalar mevcut durumları resmin daha büyük bir bölümünü görebilme şanslarını arttırıyor.
Ülkemizde işçinin gerçek anlamda hakkını arayan, savunan tek bir sendika yok. Oysa üç tane işçi konfederasyonu var ve bunlar bünyelerinde onlarca sendikayı barındırıyorlar.
Bu sendikaların bütün dertleri ellerinde kalan işçilere günü geldiğinde toplu sözleşmeler yapıp zam alabilmek. Başka hiç bir dertleri yok.
Ülkede giderek bir sendikasızlaştırma var meselâ. Çıkıp bir tanesi bile bu konuda ciddi bir itiraz seslendirmiyor. Bu ülkede hangi işçinin iş güvenliği var? Hiç birisinin… Sendikasızları bir kenara bırakalım, sendikalıların bile böyle bir güvencesi yok. İşveren sorgusuz sualsiz işten dilediği kadar işçi çıkartıyor. Tek laf ettikleri yok bu işçi konfederasyonlarının.
Temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp milletin önüne koyulan bir başka propaganda da "Ak Parti hükümeti eğer barışçı bir politika izlemiş olsaydı bölgede durumumuz böyle sıkıntılı olmazdı," teranesi.
Evet, tabi öyle olurdu. Eğer "Yurtta sulh, cihanda sulh,” mantığıyla bu ülke yönetilmiş olsaydı ABD Saddam'ın yönetimindeki Irak'a saldırmazdı. Irak'ı yönetenlerin mezhepçiliği sebebiyle ortaya bir DAEŞ çıkmazdı. Suriye'de Beşşar Esed kendi halkını katletmez yüz binlerce Suriyeli sınırlarımıza dayanmazdı.
Bu pilavcılara göre yapmamız gereken şey çevremizde bunca sıkıntı baş gösterirken ve ülkemiz üzerinde bir sürü oyun oynanırken hiç bir şey yapmadan, hiç bir şeye karışmadan kendi içimize kapanıp "Yurtta sulh cihanda sulh," diyerek evimizin önüne kadar gelmiş ve artık bizi de yakmaya başlayacak olan yangını seyretmek suretiyle barış içinde yanmayı yok olmayı beklemeliyiz.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!