Şu akıllı telefonlar çıktı çıkalı fotoğraf çekmek ne kadar da kolaylaştı. Resmini çekeceğin şeye doğru tut telefonu, göz, gez, arpacık enstantaneyi yakaladın mı dokun ekrana tamamdır.
Gözümüzün önündeki bir manzarayı, seyretmek, seyrederek hafızamıza kaydedip bizimle birlikte yaşamasını sağlamak varken hayatı niçin enstantaneler vasıtasıyla durdurarak donduralım ki?
Bırakalım akıp gitsin.
Bizde bir laf vardır der ki "İnsan insanın kurdudur."
Bu söz ne yazık ki boşuna söylenmiş bir söz değil. Hâlbuki insan insanın yurdu olsa daha güzel değil mi, ya da ufku?
Fakat bir türlü tatmin edemediğimiz hırslarımız, evcilleştirmediğimiz ilkel yanımız, bir türlü zapt edemediğimiz nefsimiz bizi bize bırakmıyor. Yazık bize.
Bir arada olma, birleşme, bütün oluşturma durumu, bütünlük anlamını ifade eden ‘birlik’ kelimesi bir başka deyişle asgari müşterekler çerçevesinde özlerini koruyarak bir araya gelen grupların oluşturduğu bütüne verilen isimdir.
Bir araya gelmiş olan gruplar değer yargılarından, inançlarından, ideallerinden, meşreplerinden örf, adet ve geleneklerinden vazgeçmiş olmazlar.
İnsan hayatı silkeleyemez. Böyle bir uğraşı beyhudedir.
Çünkü hayat doğduğu andan itibaren insanoğlunu zaten silkelemeye başlamıştır bile.
İnsan ancak bu silkelenme karşısında dengede kalıp yalpalamadan kendisine bir yön, bir hedef bulmaya çalışır.
"Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda." diyor İsmet Özel bir şiirinde.
Gerçekten mi, kapanmaz mı?
Bizim kadim vatanımız Anadolu'muzun insanı, yağmura “rahmet" de der, aynı zamanda.
Evet, bir yerden başlamalı. Zaman geçiyor ve aleyhimize işliyor. Mola verip sormalıyız kendimize bu gidiş nereye kadar? Soruyor muyuz?
Bu dünya sonsuz değil. İnsan sonsuza kadar burada kalmayacak. Bu yüzden dünyaya dair hep daha fazlasını kazanmak için zaman harcamak yerine ahiret hayatına yönelik çaba sarf etmelidir.
Tabi bu dünyayı da hepten yok saymamalıyız. Mademki dünyaya geldik, yaşayacağız ve yaşarken de mutlu olmanın yollarını arayacağız. Bunun için pek çok yol var ama bence en önde vazgeçmeyi kabullenmek gelir, gelmelidir.
İnsanın nefsi doymak bilmez. Ne kadar çok verirsen o kadar daha ister. Hatta daha fazlasını ve daha fazlasını...
Sonu yok bu döngünün, bir hedefi de yok. Oysaki kanaatkâr olmak, sahip olunana rıza göstermek, içine düşmüş olduğumuz girdaptan kurtulma şansı verir bize.
Mutlu olmak zor değil. Kıyaslama hastalığına yakalanmayalım yeter.
Efendimiz aleyhisselâtu vesselâmın hayatı bir Müslüman'ın dünyasının nasıl olması gerektiğinin ip uçlarını gayet net ve açık bir şekilde veriyor bize.
Müslümana düşen bu ipuçlarını bulmak ve hazineye ulaşmaktır.
Aslında çok da aramasına gerek yok. Dedik ya ip uçları...
Kanaat: Cenab-ı Rabbül Alemin'nin verdiğine razı olmak ve elde olanla yetinmek şikâyet etmemek demektir.
Ama tabi bu tanımdan yola çıkıp kanaatin, çalışmayıp yan gelip yatmak, tembellik yapmak olduğu anlamı çıkartılmamalıdır.
Kanaat, çalışıp gayret göstermek ve sonunda ama az ama çok payına düşene razı olmayı gerektirir.
Günümüzde "kendin olmak" deyimi moda olmuş durumda.
İyi de "Kendim olmak için ne yapmalıyım?" sorusunun cevabı var mı?
İnsan kendisi nasıl olur?
"Kendin ol," diyerek insana fıtratının gereğini yapması mı söylenmek isteniyor acaba?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!