Dokuz yaşında ya vardım, ya yoktum. Ne olmuştu da yengem (amcamın hanımı) bizi akşam yemeğine davet etmişti şimdi hatırlayamıyorum. Ama yengemin böyle adetleri olmadığını bildiğim için bizi niçin davet ettiğini doğrusu ya, merak da etmiyor değildim. Yalnız ben mi? Annem de bu işe çok şaşırmıştı da 'Dur bakalım bu işten ne çıkacak? ' diye kendi kendine söylenmişti. İki elti pek geçinemezlerdi. Paylaşamadıkları ne varsa...
Bizim evimizle amcamların evi bir bahçe içinde arkalı önlü bir durumdaydı. Yol tarafındaki iki katlı ahşap evde biz, iç bahçedeki yeni evde amcamlar oturuyordu. Bu evi amcam yapmış, bitince de hep birlikte oturduğumuz eski evden buraya taşınmışlardı. Onlar yeni eve taşınalı çok olmamıştı ki babam vefat etmiş, biz dört kardeş annemizle bir başımıza kalmıştık. Hoş pek ortada kalmamıştık ama yine de babasız kalmıştık işte. Büyük olarak yakınımızda bir tek amcam vardı.
Ahşap evde hep birlikte oturduğumuz dönemlerde eve önce amcam gelirdi. Bahçe kapısından girerken illa ki şöyle bir öksürür geldiğini belli ederdi ki evdekiler toparlanıp kendisini karşılasınlar. P.T.T. de memurdu. Babam ise zanaatkâr olduğundan dükkânını çarşının âdeti olduğu üzere hava kararmaya yüz tutmadan kapatmaz, bunun için de eve daha geç gelirdi.
291-Sabretmek, gelenin Allah’tan geldiğini bilerek şükretmek… Elbette hiç kolay bir mesele değildir bu ama eğer gereği gibi şükretmeyi bilirse, zorluklara karşı direnmeyi daha kolay başarabilir insan. Ve Rabbine yakınlaşır, O’nun rızasını kazanması yolunda sağlam bir adım atmış olur.
292-İnsanın kendisine yapacağı en büyük iyilik, Allah’ın ona verdiği evladına iyi davranmaktır. İyi davranmaktan maksat, sırtını sıvazlayıp, giydirip kuşandırarak karnını doyurmak, sarıp sarmalamak, en iyi okullarda okutup adam etmek değil elbette. Bu da lâzım lâkin asıl iyi davranmak, onları Rıza-i İlahi’ye muhalif yapmamaktır.
293- Söyleyeceklerinizi karşınızdakinin gözlerinin içine bakarak söyleyin ki cesaretinizin ölçüsü ortaya çıksın.
akşam olur akıl susar dil anlatır kalp dinlemez
kıvrım kıvrım yollar gibi uzar gider yalnızlığım
gün görmemiş bu sevdayı çoktan sattım yok paraya
neden böyle söyle gönül bilmez misin umarsızım
Bir araya gelerek bir topluluk oluşturmuş insanların kendi aralarındaki işlerin ve ilişkilerin belli bir düzen ve intizam içinde yürütülmesini sağlayabilmek için bir takım kuralların belirlenmesi kargaşayı önlemesi bakımından elzemdir. Aksi takdirde işler istenildiği gibi yürümez ve bundan da o toplum zarar görür.
Yalnız bir şey var ki koyulan kuralların uygulanması sırasında uygulayıcı otoritenin adil olmak gibi bir mecburiyeti vardır. “Adalet mülkün temelidir” diye boşuna söylenmemiştir.
Adalet öyle bir mevhumdur ki o yoksa zulüm ve haksızlık var demektir. Bunun için adaleti uygulayanın bu kavramı benimsemesi ve idrakine varması işin olmazsa olmazıdır.
İsrail, tarihinin en çaresiz günlerini yaşıyor, şu son zamanlarda. Bunun en önemli kanıtı da gün geçtikçe daha da fanatikleşen ve sertleşen hükümet etme anlayışları…
Hep korku içinde yaşadılar. Onca korkaklıklarına rağmen uluslar arası finans kapitalizmin temsilcilerinin her türlü desteğini arkalarına aldıklarından korkakların karakteri icabı, kıyıcı ve acımasızlar. Söz konusu korku o kadar içlerine işlemiş ki bu insanlık dışı kıyıcılıklarıyla mazlum Filistin halkına her türlü mezalimi uygulamaktan çekinmiyorlar.
İsrail’in Filistin halkına uyguladığı katliam ve soykırım, aslında çok önemli bir gerekçeye dayanmakta... Bütün söylediklerinin aksine İsrail en temelde daha en başından beri Filistinlilere uyguladıkları mezalim vasıtasıyla onları nefsi müdafaa durumuna getirip kendilerine saldırmaya teşvik ederek adım adım sonuca ulaşmak…
şimdi sen kim bilir hangi eldesin
şimdi sen kim bilir hangi teldesin
şimdi sen kim bilir nerelerdesin
şimdi sen gözümde en son resimsin
İnsan hayatı tek düze değildir. Yaşadığımız olaylar karşısında memnuniyet duyduğumuz kadar memnuniyetsizliklerimizin de olması çok doğaldır.
Hoşumuza giden şeylere karşı fikir beyan etmek gibi bir alışkanlığı yoktur insanın ama memnuniyetsizliklerimiz karşısında aynı şeyi söylememiz mümkün müdür? Çoğunlukla hayır.
Alışkanlıktan, ya da daha en başından beri böyle gördüğümüz için olsa gerek hoşumuza gitmeyen şeylere karşı eleştirilerimizi ve serzenişlerimizi, nedenini, niçinini pek de araştırmadan, anlayıp dinlemeden anında ortaya dökeriz.
gidiyorum buralardan bir daha dönmeyeceğim
düşmesin ayrılığın hüznü gözlerinin rengine
ne olur anla beni yüreğim başka sevdaların peşinde
hadi el salla ne kadar için acıyorsa da gülümse
elveda gidiyorum ben artık sensizliği bile göze alarak hem de
Açık görüş var dediler, anneler günü için. On beş gün önceden söylediler ki uzaktan geleceklere haber verilebilsin. O zaman ceza evlerinden evle irtibat kurmanın bir tek yolu vardı: Mektup. Hemen kâğıda kaleme sarıldı bütün koğuş. Herkeste bir heyecan. Az şey miydi? İlk kez bir açık görüş yapılacaktı. Mektuplar yazıldı alel acele. Hiç zaman yitirilmeden askeri postaya verildi.
Sıra anneler gününü beklemeye gelmişti. Ama burası siyasi bir cezaeviydi ve ne zaman ne olacağını kimse bilemezdi. “Şu açık görüş gününe kadar olumsuz bir şeyler olmasa da izin güme gitmeseydi.” Koğuşta hemen her kes böyle düşünüyor olmasına rağmen hiç kimse bunu yüksek sesle dillendirmeye cesaret edemiyordu. Olur muydu hiç, bir açık görüş için, düşman karşısında mücadeleden geri durulur muydu? Devrimci ahlâka sığar mıydı? Elbette sığmazdı. Bağırlarına taş basarlardı da taviz vermezlerdi, yakışmazdı.
Vermediler de. Ne olmuşsa olmuş bir nedenle idareyle yine takışmışlardı. Bunun doğal sonucu elbette cezalandırılmaktı. Ceza olarak da açık görüş izinleri ellerinden alınmıştı. Kabul etmediler verilen bu cezayı tabi. Lâkin etmeseler ne olacaktı ki? Yapabilecekleri fazla bir şey yoktu, ceza evini ayağa kaldırmaktan başka. Çok çok açlık grevi yapabilirlerdi. O eylemden de daha yeni çıkmış oldukları için yıpranmış, örselenmiş bedenlerine bir açlık grevi daha ağır gelirdi.
hoş geldin
çok geç kaldın
beklettin
çok geç geldin
bekledim
ama olsun
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!