Sabır, acı, yoksulluk, haksızlık, vb. üzücü durumlar karşısında ses çıkarmadan onların geçmesini bekleme erdemi, direnç ve dayanıklılık, anlamlarına gelir.
Ahlâki bir kavram olarak ise, başa gelen musibetlerden dolayı Allah’tan başka kimseye şikâyetçi olmamak, yakınmamak, sızlanmamak, nefse ağır gelen, hoşa gitmeyen şeyler karşısında dünya ve ahiret yararını düşünerek ruhi dengeyi bozmamak için insanın kalbinde bulunmakta olan sükûnet ve dayanma gücü demektir.
Sabır kavramı Kuran’da pek çok yerde geçmektedir.
Hiç kimse hiçbir zaman elde etmek istediklerinin tümüne sahip olamaz. Bu yüzden kişi sahip olduklarıyla yetinip şükretmeyi bilmelidir.
Şükürsüzlük insanı mutsuz eder. Mutsuzluk ise insanın hayat karşısındaki duruşunu etkiler. Bu sebepledir ki eldekinin değeri bilinip ona göre davranılmalıdır.
Aslında işin gerçeği elimizdekilerin sahibi de biz değiliz. Onlar sadece bir zaman için bizim kullanımımıza tahsis edilmiş şeylerdir.
bir yıldız
bir ay
bir güneş gibisin
ışılda parılda
dünyam var olsun
Hayaller çoğu zaman gerçekleşebilme imkânı bulamıyor olmalarına rağmen seyrek de olsa bunu başarabilirler. Ve gerçeğe dönüşmeğe başladıkları andan itibaren de kötü ve çekilmez yanlarını ortaya çıkarmaya başlarlar; hayal kırıklığı…
Çünkü insanın hayalleri hayalken sadece kendisine aittirler. Gerçekleşmeğe başladıktan sonra ise onları her kes görür, bilir ya da öğrenir. Bu durum onların ulaşılmazlıklarını ortadan kaldırır ve gerçekliğin o sıradanlığı içinde hayatın acımasız çarkları arasına iter.
Öte yandan yine de hayal kurmaktan asla vazgeçilmemelidir. Çünkü hayaller, insan için bir tür dinamo gibidir, onun sürekli diri ve enerjik kalmasını sağlar, hayatın zorlukları karşısında kendisine bir tür kalkan olurlar.
Hüzün kelimesi bir ahlâk terimi olarak insanın maddi veya manevi kayıp ve eksikliklerinden duyduğu üzüntüyü, kederi ifade ediyor.
Kuran’da iki ayette hüzün, üç ayette aynı anlamı taşıyan hazen, otuz yedi ayette de aynı kökten fiiller geçmektedir.
Birçok ayette müminlerin ahirette üzüntü duymayacakları bildirilmekte; Hz. Peygamber Aleyhisselâm ve müminlerin başlarına gelen musibet ve sıkıntılar sebebiyle veya maruz kaldıkları baskı ve zulümlerden dolayı üzülmemeleri öğütlenmektedir.
ıssızlığın koynunda yapayalnız sokaklar
bir türkü duyuluyordu uzaklardan hüzünlü
her gülüşle günaha kıvrılıyordu dudaklar
ve ölüyordu karanlıkarda sevgimin kızıl gülü
yüreğim için için yanarken hasretini kucaklar
sen ki hayat yaşadın her türlü saltanatla
toplanıyor bulutlar şimdi şimşek çakacak
bir elin yağda idi ötekisi de balda
ömürler geçip gider bıraktığın yakacak
boşunadır ağlaman yetmez üzülmek sana
İnsanoğlunun en büyük açmazı yetinmeyi bilmeyip açgözlü davranması ve bu eksikliği nedeniyle de dünyayı yaşanmaz hale getirmesidir.
Hâlbuki insan ihtirasına gem vurup elindekiyle yetinmeyi bilse, kanaat sahibi olsa, olumlu düşünebilse, biriktirmek yerine elinde olanı paylaşabilmeyi becerebilse ne kadar güzel olurdu değil mi?
Ama ne yazık ki insanoğlu nefsine karşı hep mağlup olduğundan bu temennilerin tersine davranıp dünyayı kendisine yaşanmaz bir yer haline getirmekte son derece başarılıdır.
Bir insan hep muhalifse, hep bir takım itirazlarla insanların yaptıklarına ‘eleştiri’ adı altında karşı çıkıyorsa, bilinmelidir ki bunun birinci nedeni o kişinin ortaya en küçük bir şey koyamamış olmasındandır.
Zaten bu eksikliğini bildiği için has bel kader bir şeyler üretip sunan insanlara sırf kendi eksikliğini hatırlatması sebebiyle kin duyar, yapılanları küçümser, aşağılar.
Eleştiri elbette ki bir haktır. Ancak bu hakkı kullanabilmek için insanın öncelikle kendi yapıp ettikleriyle ortaya çıkması, en azından eleştireceği şeyle ilgili doğru ve ayrıntılı bir bilgi birikimine sahip olması ve eleştirmiş olduğu şeyin alternatifini göstermesi gerekir.
durdu sanki mevsimler
bir yaprak dökümü başladı içimde
doğa tüm güzelliğinde bu nasıl hazan
ve bu fırtına nedendir
seni benden koparan
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!