Zindan gibi çöktü gece,
Demirden uykular indi gözlerime.
Yıldızsız göklerden bakıyor ölüm,
Ve ben hâlâ
Bir çift kara gözün düşündeyim.
Fırtınalar incitmişti kelebeğin kanadını.
Avucumda küllenen ateş.
İçimde yanan bir kor.
Dudağımda acı bir hüzün.
Çiçeklerin KAN ile üstü örtülü.
Bulutlar ağlarken yüzünde gülüşü gördüm.
Yüzünün her coğrafyasında unutamadığım, bir bakış bir gülüş.
Ellerinde bütün kainatın renkleri bir yeşil bir mavi.
Tenin de dört mevsim kokusu bir frezya bir Yasemin.
Saçlarında bir tutam Güneş, bir tutam Ay.
Ben seni bir yol sandım.
Ucu denizlere varan,
maviye dokunan,
kumla gülüşen bir yol…
Oysa sen,
her oyunda başka bir yüz takan
Sana ilk defa bakarken,
Zaman durdu...
Gözlerin devrim gibi indi içime,
Ben o anda anladım:
Bir kalp, sadece kan değilmiş.
İnci Tanem,
sana sesleniyorum, gecelerin en ağır yükünü taşıyan kalbimle.
Ben bu yolları yürürken, taşların fısıltısı ayağıma siniyor,
kaderin ördüğü perde gözlerime kapanıyor,
ama içimde, yalnızca senin yüzünün parıltısı yanıyor.
Kaç yalnızlık daha eklemeliyim üst üste,
Senin adın nihayet silinsin diye?
Kaç gece daha ölmeliyim sabah olmadan,
Bir “gitti” kelimesi böyle ağır taşınır mı?
Kaç yalnızlık daha içime çökerse,
Sana “kaderimsin” diyemedim, çünkü o kelimeyi kurduğumda, yaşamın bütün kırılganlığı yakama yapışırdı.
Sana doğru bir adım attıkça, geçmişin tozlu ve karanlık yüzü suratıma gölge gibi düşerdi, ve sen
ellerimden kayıp giden bir düş gibi,
ancak gözlerimde yaşayabilirdin.
Her sabah bir kadın
son nefesini bir duvarın arkasında bırakıyor.
Bir odada çığlık çığlığa yok olurken sesi,
televizyonda yine reyting rekorları kıran
bir dizi kadın kahkahası yankılanıyor.
Şehrin damarlarında akıyordu kadın,
her sabah aynı saatte, aynı köşeden geçiyordu.
Kırmızı bir ceket…
Rüzgârın diline düşmüş bir sır gibi,
her adımında geriye bir yankı bırakıyordu
“varım…”der gibiydi




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!