Kuru yavan yedik; şeker, bal oldu,
Çocukluğumuzun yaz akşamında.
Altımızda hasır, kilim, çul oldu,
Kerpiçten evlerin toprak damında…
Bende geldim, gidiyorum, yoluma,
Varım yoğum, varsa yoksa keşkeler.
Bakamadım; bir sağıma, soluma,
Varsa yoksa, varım yoğum keşkeler.
Kılıç gibi doğan güneş
Bomba gibi batacaktır.
Körüklenip duran ateş,
Bir kıvılcım atacaktır.
Varken yok
Sağken ölü gibi yaşadık.
Biz mi görünmezdik,
Yoksa herkes kör müydü?
Mekân içinde mekân, şehrin içinde şehir,
Kimbilir? Ey İstanbul! Vakit hep ilerliyor,
Zaman içinde zaman, sur içinde sır nehir,
Kimbilir? İstanbul Kim? İfşa vakti geliyor.
Yüreğime yükledim taşıdım sensizliği,
Kimseye yük etmedim kendi acılarımı.
Aşkta acıyı seçtim, acıda sonsuzluğu,
Kimseye yük etmedim kendi acılarımı.
Uğursuz bir düş gibi aynada kaldı yüzün,
Gözyaşından acıdan,
Haz alan var gülen var.
Haram yiyen hacıdan,
Kim sorumlu bilen var.
Kim cadıdır kim peri
Bir güve: Nokta nokta, içimi kemirdikçe,
Kısır döngü bir hayat çadır kurdu içimde.
Dünden kalan çileler kuşkuyla semirdikçe,
Kısır döngü bir hayat, çadır kurdu içimde.
Dudaklar susunca, tövbenin sazı,
Yıkar; her engeli, gözyaşlarında.
Bilinmez kelime, olmayan yazı,
Çıkar; tane tane, gözyaşlarında.
Bağ bahçenin bakımları bitmiyor
Köke Köyün eski tadı yok, Şahin.
Buğday, arpa pek de para etmiyor.
Akın akın, şehre göçen çok, Şahin.
Genç kalmadı şafak sayar sağları
Merhaba Özcan abi. :) kaleminize hayran kaldığımı belirtmek isterim. Kendinizi tanıttığınız bölümdeki yazıyı da ayrıca çok beğendim.