Bu şiir, atom bombalarıyla katledilen Hiroşimalı, Nagazaki’li masum çocukların gözlerinden öpüşümdür… Filistinli yavruların acısıyla yanışımdır...
Ve onlara adanmıştır...
TERSİNE EVRİM
Şair, düş ressamıdır
Boyası, ilhamıdır
Gönlü Çalab’ın tahtı;
Teni Cem’in Camıdır
Dünyası hayalidir
Bozok yaylasından Yozgat ilinden
Düştük peşi sıra geldik turnalar
Vuslat şarabını yârin elinden
İçemedik; boşa yeldik turnalar
Yıllar geçti kapanmadı yaramız
Nedir bu canilerin güttüğü amaç şimdi?
Yanlarında yamyamlar, vallahi bir hiç şimdi
Bu vampir sürüleri, doymuyor kan içmeye;
Gazze’deki bebeğin kanına muhtaç şimdi.
Evvahi
Esip gürlese de son günlerde kış
Direnemez, kaçacaktır yakında
Sema ışıl ışıl yer nakış nakış
Bize kucak açacaktır yakında
Bir gelin misali gelecek Nisan
Çocukluk yıllarımda ne zaman yaramazlık yapsam veya söz dinlemesem, annem: “Seni Abdallara veririm ha! ” Diye tehdit ederdi beni. Abdallar dediği bizim Yozgat ve civarında, halkın tabiriyle “çalgıcılık” yaparak geçimlerini sağlayan kimselerdi. Onlarla tehdit edilmemin sebebi ise, bu kişilerin aynı zamanda sünnetçilik yapıyor olmalarıydı.
Sünnet düğünlerini saz, keman, cümbüş ve benzeri müzik aletleri eşliğinde, bir köçek oynatarak icra ederlerdi. Köçekler genellikle yeni yetme gençlerden olur; gayet süslü, rengârenk, etekleri geniş, üzerine ışıltılı şeyler işlenmiş bir elbise giyerlerdi. Sanatlarını icra ederken yere atılan paraları, herkesi kendilerine hayran bırakacak şekilde, köprü kurarak toplamaları, gösterilerinin en ilginç tarafıydı
Defalarca Abdalların çalıp söylediği bu sünnet düğünlerini izlemiş, eğlenmiştim ama eğlencenin sonunda sünnet edilen çocukların feryatları sebebiyle olmalı, onlardan hep korkmuştum. Ancak yıllar sonra korkmama gerek olmadığını, çünkü küçük bir bebekken sünnet edildiğimi anladım.
Aradan yıllar geçti. İlkokul bitti ve kasabaya Ortaokul okumaya gittim. İşte tam bu yıllarda bizim Abdallardan biri, bozkırın birikmiş acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini en tabiî, en katıksız haliyle dillendirmeye başladı. Bu insan, Anadolu halkının, müşahhas hale gelmiş hissiyatı demek olan Neşet Ertaş’tı.
Biz radyolardan filan birkaç türküsünü dinlemekle yetinip dururken; bir gün onun konser vermek için kasabamıza geleceği haberini aldık. Bir süre sonra da muhtelif yerlere yapıştırılan afişlerden, söylentinin gerçek olduğu anlaşıldı: Neşet Ertaş Sorgun Belediye Sinemasında konser verecekti.
Verecekti de biz bu konsere nasıl gidecektik. Konser ücreti Beş Lira! Bizim için büyük para. Bu parayı bulmam imkânsız. Ama konser günü yine de gittim sinemanın önüne. Benim gibi parasız ama meraklı çocuklar da toplanmışlardı oraya. Biz içeri girenleri imrenerek izlerken, gelen girdi, gelen girdi…
Büyük şair! Büyük ozan! dediler
Görülmedi böyle yazan! dediler
Bu bağlamda, büyük insan! dediler
Merak ettik eşarını be entel
Bir şey anlamadık; bakarız pel pel
Bozok yaylasında, Yozgat ilinde;
Babalı Köyünde, kendi halinde;
Bir garip Memiş’ti yoktu elinde;
Hak şahit! Tertemiz yaşardı babam.
Halim selim yumşak huylu biriydi;
İsmiyle müsemma değil bu grip
Ortaya çıkışı bir hayli garip
Hınzırlık virüste değil besbelli
Hınzırlık yayanda bunu üretip
Şiiri sehven iki kere yayınlamışım. Altındaki yorumları buraya alarak birini sildim. Özür dilerim...
...
Leyli Can Şiiri Hakkında;
Âşık Cinasî: Bu ne güzel bir şiirdir, ne güzel bir koşmadır. Şimdi kalkıp mercekle uyak aramanın, biçime dayalı kural aramanın bir anlamı var mı? Şiiri ...