gökyüzünde kümelenmiş bulutlar,
hiç görmediğim kadar kırmızı
hiç görmediğim kadar lacivert
bu akşam.
önce kızarıp,
sonra morarıyor cam.
kış gelir...
saksıda
kuluçkaya yatar
nemli toprak.
bağrında
şefkate muhtaç
bu tesiste,
sabah mahmurluğu içinde
bilmem bu kaçıncı
ihtiyaç molası.
beyinlere kazınan,
sayın yolcularımız diye başlayan
bu bahar,
uzaklarda
tek başına açacaksın
tomurcuğum.
kokun yüklü bulutlar,
batıdan gelecek
soyduk,
soyulduk.
en sonunda yorulduk.
eskiden yastıklar uzun olurdu,
geceler de...
uzun yıllar bir yastığa
güneşin kor ışıkları,
gözleri dağladığında,
kumsaldaydın.
güneş gözlüğü gözlerinde.
deniz zambağından
saçlarına doğru sıçradı
kurulmuş saat gibi
otomatik uyandım,
geceden gündüze teğet geçişte.
ben kimdim,neredeydim?
korkuya gerek yoktu,
kabus dolu bir gecenin ertesi
yüzümün yarısında
gizlenen ay ışığı.
saklanma
çık ortaya.
işte,
diğer yarıda
bir sağa
bir sola
dön bakalım vantilatör.
havanı at,
atabildiğin kadar.
günlerin sayılı,
çın,
açılın..
duymayanlar duysun
görmeyenler görsün.
çın çın
açılın açılın..
Üstat; birbirinden güzel bu yapıtları, sanal alemin gizeminden kurtarıp yapraklar üzerinde ölümsüzleştirmeyi hiç düşündünüz mü? .. Sözcükler, mısralarınızda can bularak adeta vals yapıyor...Piştiğiniz, mısralarınızda açıkça görülüyor. Hatta, hatta yanıyorsunuz! .. Bence adınız artık Türk Edebiyatı ...