Güneşin deniz ufkunda batan,
Bulutlara düşen mor ve erguvani kızıllığında.
Bir hasret düştü içime, yılların ötesinden.
Son kez birleşerek ayrılan,
Ellerimizin vedası burktu içimi.
Her seferinde sana sunduğum kırmızı gülleri,
Nice nesiller gördüm, yanlışlarıyla büyüyen.
Ziyan olan yılların, pişmanlığını taşıyan.
Çağlayan nehir gibi, menzilleri geçip tüketen.
Sonra sakin bir gölede dönüşen, yağmurları seyrettim.
Karunlar gibi zenginlerin, müflisçe tükenişine şahitlik ettim.
Ürünü toplayıp Pazar eyledik.
Üç kuruşla bu kış çıkar mı bilmem.
Bağı bostanı da kiraya verdik.
Yaban ellerinde solar mı bilmem.
Unumuz eleyip duvara astık.
Göğsümü açıp da tuz bassaydın,
Bu kadar yanar mıydı bilmem.
Alıp hançeri de soksaydın sineme,
Bu kadar kanar mıydı bilmem.
Taş olsaydı bağrım dayanır mıydı?
Kıçı başı ayrı oynar, güzeller güzeli sarışın,
Yemek bilmez, çocuk yapmaz ne çare.
Mal mülk gani, kelli felli bir adam.
Hatır bilmez, gönül bilmez, adam denmez, ne çare...
Bir ulu ağacın dibine dergâh kurmuşuz,
Ağır ağır pişeceksin hayat denen tavada.
Anlayacaksın her doğrunun her yerde söylenmeyeceğini.
Akıl vereyim derken, aklını kaybettiğini hissedeceksin.
Alışacaksın en yakınındakiler tarafından satılmaya.
Hayallerinin peşinden koşarken,
gerçek duvarına toslayıp şaşıracaksın.
Sen de ideallerini bir gün,
çıkar kalıplarının içine uyduracaksın.
Kazanmak için her yola sapacak,
yalakalara kanacaksın.
Yalan söylerken yüzün kızarmayacak,
gözlerinin içine bakacaksın.
Saflığın, dürüstlüğün çocuklukta kaldığını göreceksin.
Büyüdükçe kazık yiyip, her kalıba gireceksin.
Tüm ezberleri bozup, geçmişi sileceksin.
Rüzgâra göre yön bulup, bir gün akı, bir gün karayı seveceksin.
İnsanların idealleri, hayatın gerçekleri vardır.
Bir ömürde gidebileceğin menzil, yürüyebildiğin kadardır.
Dağları aşmak istersen, balon olup uçacaksın.
Denizleri geçeyim desen, onun bunun kayığına bineceksin.
Bir lokma bir hırka desen, lokmanı köpekle bölüşeceksin.
Dik duran başı sevmez onlar, yere yatıp sürüneceksin.
Meydanı boş bıraksan, çakallar basar göreceksin.
Namusunla tezgâh açsan, haracın vereceksin.
Bir gün uyacaksın düzene,
çarkının dişleri arasına girip, döneceksin.
Vicdanın bırakmaz seni, susturmak için mazeret üretecek,
Çoluk çocuğum var kardeşim, ne yapayım diyeceksin.
Sonrası kolay, alışkanlık yapar…
Küfürler ninni gelir, sırıtıp geçeceksin…
Bilmez misin kardeşim, boğazdan ot da, et de geçer.
Marifet sindirmede, öbür yandan halt çıkar.
Sen ne kadar şan, şöhret, makam ve para diye,
saplanırsan batağa…
Bir halt oldum sanırken,
melek geldiğin yere, halt olup döneceksin…
07. 11. 2011
Necmettin ÖZGÜRSOY
Ağustosta zirvelerden kar gelen,
Güllü şerbet olsan da, yine içilmezsin.
Yaz ayında suyu çekilmiş, dereye dönsen,
Yine de, kayık olmadan geçilmezsin.
Gökyüzünde bulut olsan engine,
Gökte uçan bulutlar, sana yağmur bana gözyaşı attı.
Dökülen her damla yaş, bir kor olup içime aktı.
Sen yoksun diye yanımda, bu gönül hasreti tattı.
Su gibi geçti yıllar, heyhat geride bir virane bıraktı.
Yaman esti poyraz rüzgârları, bizi önüne kattı.
Kar üstünde kardelenler seyrana çıkmış.
Havada tatlı bir bahar kokusu.
Telli turna sökün etmiş, göçe koyulmuş.
Sende bir mahmurluk, gönül uykusu.
Rabbim rahmet etti, kuru dallar can buldu.
Bir yudum ekmeğe,
Katık ettim gözyaşımı.
Sele döndü duygularım.
Ardından hayallere karıştı…
Buram buram tüter kokusu.
Gökyüzünde bulutlara dönüşür.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!