10/10/1992 tarihinde kimliğe göre Mardin Dargeçit'te gerçekte Şırnak İdil'de dünyaya geldi. Liseyi Şırnak İdil Cumhuriyet Anadolu lisesinde okudu. Mezun olduğu yıl Onsekiz Mart Üniversitesi Ziraat mühendisliği tarla bitkileri bölümü kazandı. 2014 yılında ikinci üniversite kapsamında sınavsız Anadolu AÖF ilahiyat kaydı yaptı. Ardından İnönü Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Ağız ve Diş sağlığı okudu. Ardından Şırnak Üniversitesi İdil Meslek Yüksekokulu Elektrikli cihaz teknolojisi okudu. Bunu 3,43 ortalamayla birincilikle b ...
Ahir zamanın zorlukları, dünyayı kuşatan fitne, kargaşa ve savaşlarla insanlık tarihinde eşine az rastlanır bir dönemi işaret etmektedir. Ancak bu karanlık süreçte, Allah’a samimi inançla yönelen ve güzel ahlakı yeryüzüne hakim kılmayı kendine hedef edinmiş müminlere büyük bir görev düşmektedir. Bu mübarek zaman diliminde, inananların en önemli sorumluluğu, Allah’ın hoşnut olduğu güzel ahlakı yaymak, toplumsal huzuru sağlamak ve insanların zihinlerini kötülüklerden arındırmaktır. Kur’an-ı Kerim, inananlara bu önemli vazifeyi şöyle hatırlatır: “Sizden hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” (Al-i İmran, 104). Bu ayet, her müminin üzerine düşen sorumluluğu, hakkı insanlara tebliğ etmeyi, iyiliği teşvik etmeyi ve kötülüklerden sakındırmayı vurgular. Bu, yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, aynı zamanda toplumsal bir yükümlülüktür. Her bir mümin, sahip olduğu imkanlar doğrultusunda Allah’ın hoşnut olduğu güzel ahlakı yaşamalı ve yaymalıdır. Zira Allah’ın beğendiği güzel ahlak, her bir müminin yaşantısının temel taşı olmalı, bu ahlakın ışığı tüm insanlığa yön vermelidir. Ahir zamanın zorlukları içinde, inananlar için en önemli görevlerden biri de fitne ve savaşların, kargaşanın ve dejenerasyonun ortasında barış, huzur ve kardeşlik dolu bir dünya yaratmak için çaba göstermektir. Dünyada yaşanan kargaşa, sadece maddi değil, manevi bir çöküşü de beraberinde getirmektedir. Ahlaksızlıkların, adaletsizliklerin, zulümlerin ve yoklukların hüküm sürdüğü bu dönemde, müminler birbirlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeli ve Allah’ın hoşnut olduğu düzeni yeryüzünde tesis etmek için el birliğiyle mücadele etmelidir. Bu dönemde yapılan her hayırlı işin, her iyi amelin, ahiretteki karşılığı büyük olacaktır. Zira Allah’ın rızasına yönelik işlenen her amelin değeri, sadece dünya hayatında değil, ebedi hayatta da kayda geçecektir. Allah yolunda atılacak her adım, her alınan nefes, her söylenen güzel söz, yeryüzünde barış ve huzuru sağlamak için atılan önemli bir adımdır. Bu nedenle, her müminin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirerek, yaşadığı dönemin zorluklarına karşı azimle ve kararlılıkla mücadele etmesi gerekmektedir. Bir diğer önemli husus, yakın bir gelecekte Kuran ahlakının, tüm insanlık arasında yaygınlaşacağına ve yeryüzünde hakim olacağına dair güçlü bir inançtır. O zaman geldiğinde, savaşlar, çatışmalar, ahlaksızlıklar, baskılar, zulümler ve adaletsizlikler son bulacak, dünya barış, güven ve huzur içinde olacaktır. Silahlar yerine kardeşlik, zulüm yerine adalet, yoksulluk yerine bolluk ve bereket hakim olacaktır. Bu zafer gününe ulaşmak için bugün yapılması gereken, bu zorluklarla karşı karşıya kalınan günlerde gösterilen çabaların daha da artırılmasıdır. Müminler, Allah’ın güzel ahlakını yeryüzünde hakim kılmak için mücadele verirken, sadece kendi hayatlarına değil, tüm insanlığa yön verecek bir etki yaratmalıdır. Bu mücadele, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde büyük bir sorumluluk taşır. Toplumların ahlaki değerlerle şekillenmesi, bireylerin de bu değerlere sadık kalarak hareket etmeleriyle mümkündür. Bir mümin, sahip olduğu her türlü imkanı Allah yolunda kullanmalı, iyiliği yaymak için gayret göstermelidir. Sonuç olarak, ahir zamanın zorlukları içerisinde, inananların üzerindeki en büyük sorumluluklardan biri, güzel ahlakı yeryüzüne hakim kılmaktır. Bu sorumluluk, her müminin kendi vicdanında bir yükümlülük olarak yer almalı, toplumsal barış ve huzur için elbirliğiyle çaba sarf edilmelidir. İmanlı ve güzel ahlaklı bir toplum, dünyanın en değerli hazinesidir. Müminler, bu tarihi sorumluluğun bilincinde olarak, Allah’ın rızasını kazanma yolunda her türlü gayreti göstermekle yükümlüdürler.
İnsanlar, akıl yeteneği ile diğer canlılardan ayrılır. Akıl, insanı sıradanlıktan kurtararak onu üstün özelliklere sahip bir varlık haline getirir. Ancak bu yetenek, doğuştan getirilen bir özellik gibi algılanmamalıdır. Akıl, geliştirilmeye ve kullanılmaya ihtiyaç duyar. Bu noktada, aklı aktif bir şekilde kullanmak ile akıl sahibi insanları sadece taklit etmek arasındaki fark oldukça büyüktür.
Kuran-ı Kerim'de insanların çoğunun akıl erdirmediği belirtilmiştir:
“Onların çoğu akıl erdirmez.” (Maide Suresi, 103).
Bu ifade, insanların çoğunlukla akıl yürütmekten uzak durduklarını ve bunun yerine ezberci bir yaklaşımı tercih ettiklerini ortaya koyar. Oysa akıl, bireye hayatın her alanında büyük kolaylıklar ve üstünlükler sağlar.
Akıl Kullanmanın Faydaları
1. Hayatı Kolaylaştırır:
İnsan hayatı, büyük bir düzen ve hikmetle yaratılmıştır. Bu düzenin her ayrıntısı, Allah’ın sonsuz kudreti ve iradesinin bir tezahürüdür. İnanan bir insan, karşılaştığı her olayda bu gerçeği hatırlamalı ve hayatını bu bilinçle şekillendirmelidir. Ancak Allah’a olan bu güveni zayıflatan ve insanı tehlikeli bir duruma sürükleyen bir kavram vardır: gizli şirk. Bu yazıda, Allah’a tevekkülün önemi, gizli şirkin insan hayatındaki etkileri ve bu tehlikeden nasıl uzak durulabileceği üzerinde durulacaktır. Allah’a rağbet eden bir insan, yalnızca Allah’a güvenir. Çünkü Allah, her şeyin hakimi ve yaratıcısıdır. O’nun izni olmadan tek bir yaprak dahi düşmez. Bu bilinçle hareket eden bir mümin, başına gelen olaylarda endişeye kapılmaz, üzüntü duymaz. Hayatın her anında Rabbine olan güvenini diri tutar. Çünkü dünyadaki her olayın, her sınavın Allah’ın izniyle gerçekleştiğini bilir.
Kur’an’da bu gerçeğe şu şekilde işaret edilmektedir:
> “Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şeyde sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)
Mümin için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah’tır. Bu nedenle iman eden bir kişi, hayatının her anında kadere razı bir şekilde hareket eder. Gizli şirk, Allah’a olan güvenin tam olmadığı durumlarda ortaya çıkan bir tehlikedir. İnsan, Allah’ın sonsuz kudretini yeterince takdir edemediğinde ya da başka varlıklara güvenme eğilimi gösterdiğinde gizli şirk içinde olabilir. Örneğin, zor bir durumla karşılaşıldığında paniğe kapılmak, geleceğe dair endişelerle Allah’a tevekkülden uzaklaşmak gizli şirkin işaretlerindendir. Bir insan, “Genelde Allah’a güvenim tam ama bazı durumlarda tevekkülsüzlük yapıyorum” şeklinde bir düşünceye kapıldığında, aslında Allah’ın kudretine ve kaderin hayrına tam anlamıyla inanmadığını göstermektedir. Bu durum, iman zayıflığının bir sonucudur ve kişinin, Allah’tan başka yardımcılar aradığına işaret eder.
> “Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminle yalan söylerler.” (En’am Suresi, 116)
Gizli şirk, insanın Allah’a olan teslimiyetini zayıflatır ve hayatını huzursuzlukla doldurur. Örneğin, bir kişi karşılaştığı zorlukları aksilik olarak değerlendirip isyankarlık gösteriyorsa, bu onun Allah’ın kaderine razı olmadığını ve gizli bir şirk içinde olduğunu gösterir. Allah’a güvenmeyen bir insan, karşısına çıkan zorluklarda huzur bulamaz, aksine daha fazla kaygıya kapılır. Gizli şirkin etkileri, kişinin günlük hayatında da açıkça görülebilir. İnsan, bir başarı elde ettiğinde bunu kendi aklına veya çabasına bağladığında Allah’ın yardımıyla olduğunu unutur. Oysa Kur’an’da Allah, insanın hiçbir şey yapmaya kudreti olmadığını şu şekilde bildirir:
İslam'ın temel öğretilerinden biri, insanın Allah’a olan sevgisidir. Bu sevgi, bir insanın hayatında en temel ve en hayati ihtiyaçlardan biri olarak görülmelidir. İnsan bedeni, yüz trilyon hücresine oksijen ve su sağlanması kadar acil ve yaşamsal bir sevgiye ihtiyaç duyar. Allah için duyulan sevgi, yalnızca manevi bir bağ değil, aynı zamanda insanın ruhunda açan bir çiçek gibi tüm hayatını etkileyen, onu yeşerten bir duygudur. Sevgi, insanın ruhunda açan tomurcuklar gibi, kalpten dışa doğru yayılan bir etki oluşturur. Bu sevgi, insanın içsel dönüşümünü başlatır. Baharda yeşeren ağaçlar gibi, insanın ruhu da sevgiyle tomurcuklanır, gelişir ve güzelleşir. Bu sevgiyi yaşadıkça, insanın üzerinde bir hal meydana gelir; bu hal, onu daha fazla sevgiye yönlendirir ve Allah’a olan sevgisi daha da derinleşir. Bu sürecin sonunda, insan hem Allah’a daha yakın hisseder hem de Allah’ın yarattığı her varlığı daha çok sever. Allah sevgisi, insanın ruhunu olgunlaştırır, ona iç huzuru ve mutluluk verir. İslam, Allah korkusu ve Allah sevgisini bir arada ele alır. Allah korkusu, insanın Allah’a karşı duyduğu derin saygı ve teslimiyetin ifadesidir. Bu korku, insanı Allah’ın emirlerine uymaya ve hayatını doğru bir şekilde yönlendirmeye teşvik eder. Teğabün Suresi'nin 16. ayetinde Allah, kullarına güç yetirebildikleri kadar Allah’tan korkmalarını ve O’na itaat etmelerini emreder. Bu, iman eden bir kişinin yaşamını şekillendiren önemli bir ilke olarak öne çıkar. Ancak Allah korkusu yalnızca bir korku değil, aynı zamanda Allah sevgisini derinleştiren bir unsurdur. Al-i İmran Suresi’nin 102. ayetinde, Allah’tan nasıl korkulup sakınılması gerektiği belirtilmiş ve Müslümanların, ancak bu inançla yaşamaları gerektiği vurgulanmıştır. Allah’a duyulan bu derin sevgi ve korku, insanın ruhsal olgunluğa ulaşmasına, daha fazla sevgi beslemesine ve insanlık adına daha güzel bir yaşam sürmesine vesile olur. İnsan, Allah’a iman ettikçe, O’nu daha çok sever ve bu sevgi onu daha çok olgunlaştırır. Dünya hayatı, zorluklarla doludur. Ekonomik krizler, sağlık sorunları, kişisel sıkıntılar... Bunlar, insanın hayatını zorlaştıran, bazen neredeyse her yönüyle bunaltıcı olaylardır. Fakat bu zorluklar, insanın sevgisini engellememelidir. İnsan, maddi ve manevi sıkıntılarla karşılaştığında, sevgiye daha çok ihtiyaç duyar. Bir insanın, evine yemek getirmekte zorlanıyor olması, onu sevdiklerinden uzaklaştırmamalıdır. Tam aksine, bu tür zorluklar, insanın birbirine olan sevgisini daha da güçlendirir. Allah’a olan sevgi, insanın zorluklar karşısında bile duruşunu sağlam tutmasına yardımcı olur. Bazı insanlar, dünya hayatındaki geçim derdini, ekonomik krizleri ve diğer sıkıntıları bahane ederek sevgiye yönelmekte zorlanırlar. “Bu kadar derdimiz varken kim kimi sevecek?” şeklinde serzenişte bulunan insanlar, aslında en büyük manevi kayıpları yaşamaktadırlar. Ekonomik kriz, zorluklar ve sıkıntılar insanı sevgiye yönlendirmelidir, çünkü sevgi, insanın ruhunu en derin şekilde besleyen bir kaynaktır. İslam’daki sevgi anlayışı, insanı hem Allah’a hem de Allah’ın yarattığı her varlığa yöneltir. Sevgi, sadece bir duygu değil, bir eylemdir; bir insanın içsel dünyasında yaptığı bir seçimdir. Allah için duyulan sevgi, insanın ruhunu güzelleştirir, onu olgunlaştırır ve hayatına anlam katar. Allah korkusu ve sevgisi arasında kurulan bu derin bağ, insanın hayatını şekillendirir ve onu doğru yolda ilerlemeye teşvik eder. Sonuç olarak, Allah’a duyulan sevgi, her zorluğa rağmen insana huzur ve mutluluk verecek bir kaynaktır. Sevgi, sadece Allah’a duyulan bir duygu olarak kalmamalıdır; bu sevgi, insanın her yönünü kapsamalı, her adımda Allah’ın rızasını arayarak başkalarına da aktarılmalıdır. Sevgi, insanı insan yapan, onu büyüten ve olgunlaştıran bir güçtür.
İnsanın hayatındaki en derin duygulardan biri sevgidir. Ancak, sevginin gerçek anlamını ve doğru yöneltilmesini anlayabilmek, insanın imanını pekiştiren önemli bir ilkedir. İman eden bir insan, bütün kalbiyle sevmesi ve bağlanması gereken varlığın yalnızca Allah olduğunu bilir. Çünkü Allah, insanı yoktan var etmiş, ona beden, akıl, şuur ve iman gibi en değerli nimetleri bahşetmiştir. Bu nimetler, insanın hayatındaki her türlü ihtiyacını karşılamaktadır. Dahası, Allah, Kendisine iman edip itaat eden kullarını dünyada ve ahirette büyük nimetlerle müjdelemektedir. Bu nimetler ise Allah’ın sonsuz rahmet ve lütfudur. O halde, gerçek anlamda sevgiyi hak eden varlık yalnızca Allah’tır. Sevgi, doğasında, sevilenin üstün ve güzel özelliklerine karşı duyulan ilgi ve hayranlıkla şekillenir. Sevilen kişi de bu ilgiyi karşılıklandırarak, güçlü bir sevgi bağı oluşturur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta vardır: Sevginin gerçek sahibini doğru tanımak ve ona yöneltmektir. Allah, bütün güzelliklerin ve üstün sıfatların kaynağıdır. Bu sebeple sevgi, yalnızca Allah’a duyulmalıdır. İnsanların bir kimseyi ya da bir şeyi, Allah’tan bağımsız bir varlık olarak görüp de, O’nu sever gibi sevmesi, şirke düşmenin en belirgin işaretlerinden biridir. Şirk, Allah’ı unutup, sevgi ve bağlılık hissini Allah’tan bağımsız bir varlığa yöneltmektir. İmanlı bir kişi, bir başka insana duyduğu sevgiyi, aslında Allah’a duyduğu sevginin bir yansıması olarak hisseder. Karşısındaki varlık, Allah’ın tecellilerini içinde barındırdığı için sevilir. Ancak müşriklerin sevgisi farklıdır. Onlar, Allah’tan başkasını Allah’ı sever gibi severler. Bu yanlış sevgi anlayışı, onları hem dünyada hem de ahirette büyük bir azaba sürükler. Kadın-erkek ilişkileri, insanların en çok karşılaştığı sevgi anlayışlarını barındırır. Ancak bu ilişkiler, çoğu zaman Allah’ın rızası dışında kurulur. Romantizm ve duygusal bağlar üzerine kurulan ilişkilerde, kişiler birbirlerinin hoşnutluğunu Allah’ın rızasına tercih ederler. Birbirlerini memnun edebilmek için, Allah’ın sınırlarını çiğnemekten çekinmezler. Bu tür ilişkilerde, Allah’a yöneltilmesi gereken sevgi, insanlara yöneltilir. Kuran, bu tür ilişkileri “birbirine tapma” veya “birbirini ilah edinme” olarak tanımlar. Eğer bu sevgi, Allah’ı unutturan ve O’nu gereği gibi anmayı engelleyen bir tutkuya dönüşürse, kişiyi şirke sürükler. Allah, insanlara, birbirlerini sevebilmeleri için doğal bir duygu vermiştir. Ancak bu sevgi, Allah’tan bağımsız olmamalıdır. İnsanların birbirlerini sevmesi, ancak Allah’a duydukları sevgiyi temel aldığında doğru ve makbuldür. Bu, Kuran’da cennette Allah’a en yakın olan kişilerin birbirlerine olan sevgiyle tanımlandığı bir modeldir. Müminlerin sevgisi, berrak, nurlu ve kalpte ferahlık oluşturan bir sevgidir. Çünkü mümin, sevdiği kişiyi aslında Allah’ın tecellilerini içinde barındırdığı için sever. Mümin, sevdiği bir kimseyi veya varlığı kaybetse de acı çekmez, çünkü sevdiği şeyin gerçek sahibi Allah’tır. Allah, tüm güzelliklerin ve tecellilerin kaynağıdır. Sevilen şeyin kaybı, Allah’ın planına ve takdirine dayalıdır, bu yüzden mümin üzülmez. İmanlı bir insan, Allah’a duyduğu sevgiyi her şeyin önünde tutar. Eğer sevdiği bir şey veya kişi ölürse, bunun Allah’tan bir sınav ve takdir olduğunu bilir. Ancak müşrikler için durum farklıdır. Müşrikler, Allah’ı unutarak, Allah’tan başkasına duydukları sevgiyi birincil hale getirirler. Sevdikleri kişiler veya nesneler onları terk ettiğinde, büyük bir acı ve yalnızlık hissiyle karşılaşırlar. Allah’a tercih ettikleri bu kişiler, hem dünyada hem de ahirette onları azaba sürükler. Kuran, müşriklerin dünyadaki azaplarını, cehennemde çok daha şiddetli bir şekilde yaşayacaklarını belirtir. Dünya üzerindeki her türlü yürek acısı, cehennemde müşrikler için çok daha büyük bir manevi azaba dönüşecektir. Sevgi, insanın en derin duygularından biridir, ancak bu duygu doğru yönlendirilmelidir. Gerçek sevgi, Allah’a duyulan sevgidir. Allah, her şeyin yaratıcısı ve her güzelliğin gerçek sahibidir. İnsanlar, Allah’a olan sevgilerini her şeyin önünde tutmalı, sevgi ve bağlılıklarını yalnızca O’na yöneltmelidirler. Bu anlayışı kaybedenler, şirke düşerler ve kalplerinde boşluk, yalnızlık ve acı hissiyle karşılaşırlar. Kuran, bize doğru sevgiyi ve şirkin zararlarını açıkça anlatır. Gerçek sevgi, Allah’a duyulan sevgidir ve bu sevgi, insanın hayatındaki tüm ilişkilerini doğru bir şekilde yönlendirir.
İslam inancına göre, insanın hayatında her şeyin kaynağı Allah’tır. Allah, her varlığın yaratıcısı ve yöneticisidir. Bu nedenle, insanın sahip olduğu her şeyin aslında birer nimet olduğunun farkında olması gerekir. Her an, her nefeste Allah’ın sonsuz lütuflarıyla çevrili olduğumuzu anlamak, insanı doğru bir kulluk bilincine ve derin bir şükür hissine yönlendirir. İslam’da, insanın Allah’ın karşısında aciz bir varlık olduğunun farkında olması gerektiği vurgulanır. Bu farkındalık, insana Allah’a olan teslimiyetini ve kulluk bilincini kazandırır. Allah’ın insanlara verdiği nimetler sonsuzdur. En basitinden içtiğimiz suya, nefesimize, gözlerimize, aklımıza ve kalbimize kadar her şey, Allah’ın bize sunduğu birer lütuftur. İnsan, sahip olduğu her şeyin Allah’ın izniyle kendisine verildiğini unutmamalıdır. Kur’an-ı Kerim, Allah’ın bu lütuflarını insanlara hatırlatırken, insanın kulluk bilincine sahip olmasını öğütler. Allah’ın, insanlara sunduğu nimetlere şükretmek, insanın kalbinde derin bir huzur ve içsel bir rahatlık oluşturur. Her an Allah’ın kontrolünde olduğumuzu bilmek, O’na emanet olduğumuzu kabul etmek, kişinin iç huzurunu artırır. Zira Allah’a teslimiyet, insanı yalnızca fiziksel değil, manevi olarak da güçlü kılar. Kur’an’da, Allah’ın sonsuz kudretine ve nimetlerine dair birçok ayet bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Allah şöyle buyurur:
“İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin Yaratıcısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O, her şeyin üstünde bir vekildir.” (En’am Suresi, 102)
Bu ayette, Allah’ın yegâne ilah olduğu ve her şeyin yaratıcısı olduğu vurgulanmaktadır. İnsan, sahip olduğu her şeyin Allah’ın lütfu olduğunu unutmamalıdır. Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve yöneticisi olması, insanın O’na karşı olan sorumluluğunu artırır. İnsan, Allah’ın her an kendisini koruduğunu ve ona hayat veren nimetleri sunduğunu bilmelidir. İşte bu farkındalık, insanı her an şükretmeye ve Allah’a kulluk etmeye yönlendirir. Bir diğer ayette ise, Allah’ın insana verdiği nimetlere şükretmenin önemi anlatılmaktadır:
“Öyleyse Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden helal (ve) temiz olanlarını yiyin; eğer O’na kulluk ediyorsanız Allah’ın nimetine şükredin.” (Nahl Suresi, 114)
Bu ayet, Allah’ın insanlara verdiği nimetlerin helal ve temiz olanlarının kullanılmasını öğütler. Aynı zamanda, insanlara verilen her türlü nimet için Allah’a şükretmek gerektiği vurgulanır. Şükür, insanın kalbinde Allah’a karşı olan sevgisini ve teslimiyetini artırır. Her an, Allah’ın verdiği nimetler için şükretmek, insanı manevi olarak olgunlaştırır ve ona huzur verir. İnsanın, Allah’a olan kulluğunu derinleştirebilmesi için, sahip olduğu her nimeti birer şükür vesilesi olarak görmesi gerekmektedir. Nefes almak, bir parça ekmek yemek, sevdiklerimizle vakit geçirmek, gözlerimizle dünyayı görmek… Tüm bunlar Allah’ın lütfudur ve her biri, şükretmek için bir fırsattır. İnsan, bu nimetleri kullanırken Allah’a karşı olan sorumluluğunu bilmelidir. Sonuç olarak, insanın hayatında her şey Allah’ın lütuflarıyla şekillenir. Her an, her nefeste Allah’a karşı bir şükür duygusu taşımak, insanın iç huzurunu artırır ve kulluk bilincini derinleştirir. Allah’ın nimetleri sonsuzdur ve insan bu nimetleri kullandıkça Allah’a olan şükrünü de artırmalıdır. Her şeyin Yaratıcısı olan Allah’a kulluk etmek, insanı hem dünya hem de ahiret hayatında başarıya götüren en önemli yoldur.
Dua, insanın acizliğini ve Allah’a olan ihtiyacını en samimi şekilde ifade ettiği bir eylemdir. Allah’a dua etmek, insanın kendisini yaratan Rabbine yönelerek O’na olan inancını ve teslimiyetini ortaya koymasıdır. Ancak duanın gerçek anlamını kavrayabilmek için Allah’ın varlığını ve kudretini derinden hissetmek, O’na olan kesin bir imanla dua etmek gereklidir.
İnsan genellikle çaresiz kaldığı anlarda Allah’a yönelir. Hastalık, darlık, korku gibi zorlayıcı durumlarda insan, Allah’ın yardımına muhtaç olduğunu daha açık bir şekilde fark eder. Ancak Allah’a dua etmek sadece zor zamanlarla sınırlı kalmamalıdır. Rahat zamanlarda, günlük hayatın her anında Allah’ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmek, müminin temel bir özelliğidir. Nitekim Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilir: “Allah’ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin” (Nisa Suresi, 103). Bu ayet, duanın her zaman ve her şartta yapılabileceğini vurgular.
Samimiyet ve teslimiyet, duanın en önemli unsurlarıdır. İnsan, dua sırasında tüm kalbiyle Allah’a yönelmeli, O’na olan güvenini ve sevgisini dile getirmelidir. Şekil ve ritüellerden ziyade, kişinin içtenliği ve Allah’a duyduğu bağlılık önemlidir.
Dua, Allah ile kul arasında özel ve sıcak bir bağdır. Ancak bazı insanlar bu bağı zayıflatan veya yanlış yönlendiren batıl inanışlara kapılmaktadır. Ağaçlara bez bağlamak, suya üflemek, türbelere yönelerek orada yatanlardan medet ummak gibi uygulamalar, duanın gerçek anlamından uzaklaşılmasına yol açmaktadır. Bu tür uygulamalar, Allah’ın kudretini ve yakınlığını anlayamayan insanların, batıl ve sapkın inançlara yönelmesinden kaynaklanır. Kur’an, insanları bu tür batıl inanışlardan uzak durmaya çağırır. Mümin, “Rabbinin ismini zikret ve her şeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel” (Müzemmil Suresi, 8) ayeti doğrultusunda hareket eder. Allah dışında hiçbir varlıktan yardım ummaz, aracı kabul etmez. Müminin duası, yalnızca Allah’a yönelmiş samimi bir yakarıştır.
Duanın en önemli hikmeti, insanın Allah ile arasında kurduğu bağdır. İnsan, Rabbine açılarak sıkıntılarını, dileklerini, umutlarını O’na sunar. Allah, kulunun samimi duasına icabet eder ve onu karşılıksız bırakmaz. Bu nedenle dua, müminin hayatında bir ihtiyaç olduğu kadar, Allah’a olan imanını güçlendiren bir ibadettir. Sonuç olarak, dua, insanın Rabbine olan imanını ve teslimiyetini ifade ettiği bir köprüdür. Bu köprüyü samimiyetle kuran insan, Allah’ın varlığını ve yakınlığını hissederek huzur bulur. Duanın gerçek anlamını kavrayabilmek için şekilci yaklaşımlardan ve batıl inanışlardan uzak durulmalı; sadece Allah’a yönelerek, O’nun kudretine ve merhametine güvenilmelidir. Bu bilinçle yapılan dua, insanın Rabbine olan bağlılığını ve sevgisini en güzel şekilde ifade eder.
İslam’da Allah’a olan bağlılık, O’nun her an varlıkları gözeten kudretine olan teslimiyetin bir yansımasıdır. Allah’ın her şeyin yaratıcısı ve hâkimi olduğu gerçeği, insanın her anında hatırlaması gereken bir bilinç olmalıdır. Ancak, modern yaşamın karmaşası içinde birçok insan bu derin bağları ihmal edebiliyor, unutabiliyor. Bu unutkanlık sadece bir mental durum değil, aynı zamanda kişinin ruhsal ve manevi sağlığı üzerinde derin etkiler yaratacak bir boşluk yaratır. Allah’ın hatırlanması, yalnızca bir dini vecibe değil, insanın kendini en iyi şekilde tanıyıp geliştirebilmesi için gerekli bir rehberdir. Kur’an-ı Kerim’de, "Kendileri Allah’ı unutmuş, böylece O da onlara kendi nefislerini unutturmuş olanlar gibi olmayın." (Haşr, 19) şeklinde Allah’a olan dikkatin önemine dair net bir hatırlatma vardır. Buradaki “unutmak”, sadece zihin düzeyinde bir eksiklik değil, aynı zamanda ruhsal ve ahlaki bir çöküşün habercisidir. Allah'ı unutan bir insan, kendi benliğini de zamanla unutmaya başlar; hedeflerinden sapar, değerlerini yitirir, toplumsal ilişkilerinde kayıplara uğrar. Bu kayıplar sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de ciddi sonuçlar doğurur. Allah’ın unutturulması, insanın sadece kendisiyle değil, çevresiyle olan bağlarını da zayıflatır. Oysa, Allah’a olan yakınlık, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini de güçlendirir. Çünkü Allah’ın rahmeti ve sevgisi, insanın da kalbini yumuşatır, ona sabır ve hoşgörü kazandırır. Allah’ı unutarak kendi çıkarları ve arzuları peşinden gitmek, kısa vadede tatmin edici olabilir, fakat uzun vadede insanı yalnızlığa, huzursuzluğa ve daha derin bir boşluğa sürükler. İslam’da Allah’la bağlantı kurmak sadece dini ritüellerle sınırlı değildir. Bir insanın günlük yaşamındaki her anı, Allah’a bir yönelme ve teslimiyetle şekillendirilmelidir. Allah’a olan dikkat, bir hayat tarzı haline gelmelidir. Allah’a güvenmek, sadece güzel bir dilek ya da arzudan ibaret değildir. Bu, zorluklar karşısında sabır göstermeyi, her durumda Allah’ın yardımına sığınmayı, O’nun hikmetine teslim olmayı gerektirir. Allah, Kur’an’da şöyle buyurur: "Beni unutursanız, ben de sizi unuturum." (Hadid, 16). Bu, Allah’ın insanlara karşı gösterdiği sabrı ve aynı zamanda insanların hatırlatma ve uyarılara olan duyarsızlıklarını anlatan bir uyarıdır. Allah’a olan dikkat, hayatın her anında devamlı bir biçimde var olmalıdır. Bir insan, Allah’ın büyüklüğünü ve gücünü ne kadar kavrayabilirse, hayatını o kadar derinlikli yaşar. Ancak, unutkanlık veya dikkat eksikliği, insanın ruhsal hayatında ciddi kırılmalar yaratır. Bu kırılmalar, hem kişinin iç dünyasında huzursuzluklar yaratır, hem de çevresindeki insanlarla olan bağlarında zayıflamalara yol açar. Allah’a tam bir teslimiyet, hayatın her alanında O’nun rızasını gözetmeyi gerektirir. Bir insanın Allah’a göre yaşamaya başlaması, sadece dini ibadetlerle sınırlı olmamalıdır. Bütün hayatını Allah için yaşamak, doğru ve dürüst olmak, insanlara faydalı işler yapmak, sabırlı ve hoşgörülü olmak gibi erdemleri içinde barındırır. Böyle bir yaşam, sadece ruhsal bir tatmin sağlamaz; aynı zamanda dünyada da kişi için büyük bir mutluluk kaynağı olur. Bu, maddi zenginlik ve dünya nimetleriyle de alakalıdır. Çünkü Allah’a güvenerek yaşayan kişi, dünya işlerinde de Allah’ın rızasına uygun olarak hareket eder ve bu ona her türlü bereketi getirir. Gerçek anlamda Allah için yaşamak, dünya hayatını sadece bir geçiş dönemi olarak görmeyi, dünyevi arzulardan sıyrılmayı ve ahiret hayatına odaklanmayı gerektirir. Bunun yanında, Allah’ın her an yardıma hazır olduğuna inanarak, karşılaşılan zorluklar karşısında sabırla beklemek, teslimiyetin gerçek anlamıdır. Özetle, Allah’ı unutmak, sadece bir zihinsel kayıptan ibaret değildir. Bu, bir insanın manevi sağlığını etkileyen, onu derin bir boşluğa sürükleyen tehlikeli bir durumdur. Allah’ı sürekli hatırlamak, O’na olan güveni her an pekiştirmek, hayatı O’nun rızasına uygun olarak yaşamak, insanın hem dünyasında hem de ahiretinde huzuru bulmasını sağlar. Allah ile bağlantının kesilmemesi, bir insanın sürekli olarak Allah’a güvenmesi, O’nun sonsuz gücünü kavrayarak yaşaması, sadece kendisinin değil, tüm toplumun refahına katkı sağlar. Bu bilinçle yaşamak, sadece ruhsal değil, sosyal ve ahlaki açıdan da yüksek bir yaşam biçimi sunar.
İman eden bir insanın günlük yaşamında Allah’ı zikretmek, onun hayatının en temel ve en sürekli parçasıdır. Allah ile olan manevi bağlantıyı hiçbir zaman koparmamak, her anında O’nu anmak, imanlı bir insanın özüdür. Allah’a olan sevgi ve bağlılık, kişinin vicdanında bir yer edinir ve bu sevgiyi en yüksek şekilde yaşamak, bir Müslümanın hayatında öncelikli bir değer olmalıdır. Kuran’da bu konuyla ilgili birçok ayet bulunmaktadır ve her biri, Allah’ı anmanın önemine vurgu yapar. Kuran’da Allah’ın Nebimiz Musa ve kardeşi Harun’a verdiği bir öğüt, zikretmenin önemini derinlemesine anlatmaktadır. Taha Suresi'nin 42. ayetinde, Allah, Musa ve Harun’a Firavun’a karşı mücadelelerinde Allah’ı zikretmede gevşek davranmamalarını, O’nu her an hatırlamalarını emretmiştir:
“Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.”
Bu öğüt, yalnızca Musa ve Harun’a değil, tüm müminlere hitap eden bir mesajdır. Allah, her an O’nu hatırlamanın ve zikretmenin, başarı ve zaferin anahtarı olduğunu ifade etmektedir. Çünkü insan, zorluklarla karşılaştığında Allah’a sığınmalı ve her durumda O’nu hatırlamalıdır. Bu, Allah’ın yardımını ve rahmetini çağıran bir davranış biçimidir. Kuran’da münafıklardan bahsedildiğinde, onların Allah’ı çok az zikrettikleri, namazlarını dahi isteksizce kıldıkları bildirilmiştir. Nisa Suresi’nin 142. ayetinde münafıkların, insanların gözüne girmek için ibadet ettikleri, fakat içlerinde Allah’ı anmanın eksik olduğu vurgulanmıştır:
“Gerçek şu ki, münafıklar (sözde), Allah’ı aldatmaktadırlar. Oysa O, onları aldatandır. Namaza kalktıkları zaman, isteksizce kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar ve Allah’ı ancak çok az anarlar.”
Bu ayet, Allah’a inanmanın ve O’nu anmanın sadece bir gösteriş olmaktan çok daha derin bir anlam taşıması gerektiğini ortaya koymaktadır. Müminlerin kalbi, sadece dışsal ibadetlerle değil, Allah’ı anmanın ve O’na olan sevgiyi yansıtan içsel bir huzurla şekillenir. Zikir, Allah’ı anmanın en temel ibadetlerden biri olduğu Kuran’da birçok kez ifade edilmiştir. Ankebut Suresi'nin 45. ayetinde, Allah’ı zikretmenin, tüm ibadetlerden en büyük ibadet olduğu belirtilmektedir:
“Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyük(ibadet)tür. Allah, yaptıklarınızı bilir.”
Allah’ı zikretmek, İslam’da müminin kalbine huzur veren ve ahlakını güzelleştiren önemli bir ibadettir. Kur’an-ı Kerim’de, “Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d Suresi, 28) ayetiyle zikrin insan üzerindeki derin etkisine dikkat çekilmiştir. Bu ayette Allah, zikrin sadece ruhsal huzur sağlamakla kalmayıp, insanın yaşamında derin değişimlere yol açtığını açıkça ifade etmektedir. Müminin kalbini mutmain eden zikrin en temel özelliği, Allah ile güçlü bir bağ kurmasıdır. Zikir esnasında insan, Rabbine yönelir ve onun huzurunda olduğunu hisseder. Bu bağ, müminin yalnızca Allah’a güvenmesini ve dünya hayatının geçici sıkıntılarına sabırla karşı koymasını sağlar. Allah’ın isimlerini anmak, O’nu her türlü eksiklikten münezzeh tutmak ve yarattığı nimetlere şükretmek, kişinin Allah’ın büyüklüğünü daha iyi idrak etmesine vesile olur. Allah’ı zikretmek, kalpteki kötü düşünceleri ve duyguları yok ederek insanın ahlakını güzelleştirir. Kibir, haset, öfke gibi duyguların yerini tevazu, şükür ve sabır alır. Sürekli Allah’ı hatırlayan bir müminin zihni, dünyevi kaygılardan sıyrılır ve ilahi bir huzurla dolar. Bu, aynı zamanda kişinin insanlarla olan ilişkilerine de yansır; zikirle kalbi arınan bir mümin, çevresine sevgi, saygı ve adaletle yaklaşır. Unutkanlık ve gaflet, insanı manevi anlamda zayıflatan durumlardır. Ancak Allah’ı zikretmek, insanın bilincini diri tutar. İmani şevk, irade ve manevi güç, zikirle güçlenir. Mümin, Rabbine yönelip dönerek her anını O’nun rızasına uygun geçirme çabasına girer. Bu da kişinin hayatını daha anlamlı kılar ve her durumda Allah’a sığınmasına vesile olur. Allah’ı zikretmek, insanın kendi acizliğini ve Allah’a olan ihtiyacını hatırlamasına da vesile olur. Zikir, aynı zamanda insanın günahlarından tevbe ederek bağışlanma dilemesini sağlar. Bunun yanı sıra, Allah’ın yarattığı sayısız nimete şükretme bilinci de zikirle pekişir. Şükür, Allah’ın rızasını kazanmada önemli bir adımdır ve müminin kalbini nankörlükten uzaklaştırır. Huşu içinde Allah’ı zikreden bir mümin, imanında derinlik kazanır. Bu derinlik, samimiyet ve ihlasla birleştiğinde, kişi Allah’a olan yakınlığını artırır. Böyle bir insanın, Kur’an ahlakına uygun olmayan bir tavır sergilemesi Allah’ın izniyle mümkün değildir. Çünkü Allah’a sürekli yönelen bir mümin, O’nun razı olmadığı bir davranışı sergilemekten sakınır. Allah’ı zikretmek, müminin hayatında manevi bir anahtar görevi görür. Bu anahtar, kalplerin huzur bulmasına, kötü duyguların silinmesine ve Allah’la güçlü bir bağ kurulmasına vesile olur. Zikir, yalnızca bir ibadet değil, aynı zamanda müminin ruhunu ve ahlakını şekillendiren ilahi bir lütuftur. Dünyanın karmaşası içinde Allah’ı zikretmek, hem dünyevi hem de uhrevi mutluluğun kapısını aralar. Bu yüzden her mümin, hayatında zikre yer vererek Allah’ın rahmetine ve rızasına yaklaşmalıdır.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!