Muhammed Rıdvan Kaya Şiirleri - Şair Muh ...

0

TAKİPÇİ

Muhammed Rıdvan Kaya

İslam, hem bireylerin hem de toplumların yönünü belirleyen bir öğreti olarak, insanları doğru yola sevk etmeyi amaçlar. Kur'an, insanlara yalnızca doğru yolu göstermekle kalmaz, aynı zamanda yanlış yolları da tanıtarak, insanlara seçim yapabilme yetisi kazandırır. Ancak, insanlar Kur'an'daki kavramları ve İslam'ı bilmedikleri, tanımadıkları için bu kavramları doğru anlamakta ve değerlendirmekte zorlanırlar. Bu yazıda, müslüman, müşrik ve münafık kavramları arasındaki farkları anlamaya çalışacağız ve bu kavramların doğru bir şekilde nasıl tanımlanması gerektiğine değineceğiz.
1. Müslüman Kimdir?
Müslüman, kelime olarak "Allah’a teslim olan" kişiyi tanımlar. Ancak bu teslimiyet, sadece dil ile yapılan bir açıklama değildir; gönülden bir kabul ve yaşamda uygulamadır. Gerçek bir Müslüman, Kur'an'ı rehber edinir, onun öğretilerine sadık kalır ve hayatını bu öğretiler doğrultusunda şekillendirir. Müslüman olmak, yalnızca İslam’ın beş şartını yerine getirmekle ilgili değildir; aynı zamanda insanın kalp ve zihin düzeyinde de bir teslimiyet gerektirir. Müslüman, Allah’a inanır, nebilerine, kutsal kitaplarına, meleklerine ve ahiret hayatına iman eder. Kur'an, Müslümanların hayatını şekillendiren temel kaynaktır. Müslüman, Kur'an'dan bakarak insanlara, olaylara ve hayata doğru bir perspektiften yaklaşabilir. Bu doğru bakış açısı, Müslümanların ahlaki değerlerini ve hayat felsefelerini oluşturur. Kur'an'da belirtilen doğrulara dayalı bir yaşam sürmek, müslümanın esas amacıdır.
2. Müşrik Kimdir?
Müşrikler, kendilerini Müslüman kabul eden ancak İslam'ın özüne aykırı inançlar taşıyan kişilerdir. Müşriklerin temel özelliği, tek bir Allah’a inanmak yerine, Allah’ın birliğini kabul etmemeleridir. Bu insanlar, bazen farklı tanrılara ya da doğa güçlerine inanarak, Allah'ın birliğini zedeleyen inançlar geliştirirler. İslam'a göre, müşriklerin inançları tamamen hurafelere, kültüre ve rivayetlere dayalıdır. Müşrikler, kendilerini Müslüman zannederler; ancak aslında şirke düşerler. İslam, şirkin kesinlikle yasak olduğu bir dindir. Müşrikler, aynı zamanda gerçek Müslümanları da yanlış yolda olarak görebilirler. Onlar için doğru yol, kendi inançlarıdır ve bu yüzden İslam'ın öğretilerine karşıt fikirler geliştirebilirler. Müslüman, müşriklerin inançlarını yanlış bulur çünkü bu inançlar Kur'an'a ve İslam’ın temel esaslarına aykırıdır.
3. Münafık Kimdir?

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Kur’an-ı Kerim insanlığa rehberlik etmek üzere gönderilmiş evrensel bir mesajdır. Bu mesaj yalnızca Müslümanlar için değil tüm insanlık için bir yol gösterici nitelik taşır. Kitap Ehli olarak adlandırılan Musevi ve Hristiyanların da Kur’an’da kendilerine özgü bir yer bulduğu görülmektedir. Bu bağlamda Kitap Ehli'nin cennete girişi meselesi Kur’an’daki birçok ayet çerçevesinde incelenebilir. Ancak bu incelemede Kur’an’ın bütüncül bir anlayışla ele alınması ve bağlamından koparılmaması önemlidir.
Kur’an Musevi ve Hristiyanlara gayrimüslim değil Kitap Ehli diyerek farklı bir kategoriye yerleştirir. İslam Allah’a teslimiyet anlamına gelir ve bu teslimiyet yalnızca Nebimiz Muhammed ile başlamış bir olgu değildir. Tüm peygamberler insanları Allah’a teslim olmaya çağırmış bunu İslam kelimesiyle ifade etmişlerdir. Bu bağlamda Kur’an’da Allah’a iman eden ve bu inanç doğrultusunda yaşayan kimselerin kurtuluşa ereceği vurgulanmaktadır.
Kur’an’da Bakara suresi 62. ayet şu şekilde ifade edilir:
> “Şu bir gerçek ki, iman edenlerden, Yahudilerden, Hristiyanlardan, Sâbiîlerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp barışa ve hayra yönelik iş yapanların, Rableri katında kendilerine has ödülleri olacaktır. Korku yoktur onlar için, tasalanmayacaklardır onlar.”
Benzer şekilde Maide suresi 69. ayet de bu mesajı yineler:
> “Şu bir gerçek ki, iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler ve Hristiyanlardan Allah’a ve ahiret gününe inanıp hayra ve barışa yönelik iş yapanlar için korku yoktur. Tasalanmayacaklardır onlar.”

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Günümüzdeki İslami ibadet mekanları olan camiler ve Kur’an’da tarif edilen mescit kavramı arasında önemli farklar bulunmaktadır. Bu makale, Kur’an’daki mescit kavramı ve günümüzdeki camilerin işlevsel ve manevi anlamda farklılıklarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Ele alınan konu, hem tarihsel bir perspektiften hem de dini metinlerin analizi üzerinden değerlendirilecektir. Kur’an’da geçen mescit kelimesi, secde edilen veya Allah’a teslimiyetin ve saygının gösterildiği yer anlamına gelir. Mescit, sadece ibadet için değil, vahyin öğrenildiği, tefekkür edildiği ve takva ehli bireylerin yetiştiği bir mekan olarak tarif edilir. Bu bağlamda mescit, sosyal ve manevi bir okul niteliği taşır. Tevbe Suresi’nin 108. ayeti, mescitlerin temel işlevini açıkça belirtir:
> "Daha ilk gününden takva temeli üzerine kurulan mescit, senin bunda durmana daha uygundur. Onda, arınmayı içten arzulayan adamlar vardır. Allah arınanları sever."
Bu ayet, mescitlerin takva temelinde inşa edilmesi gerektiğini ve burada sadece ibadet değil, manevi bir arınma ve bilinçlenme sürecinin de gerçekleştiğini vurgular. Kur’an’ın tasvir ettiği mescitler ile günümüzdeki camiler arasında ciddi işlevsel ve kavramsal farklılıklar bulunmaktadır:
1. Manevi Ruhun Eksikliği:
Günümüzde camiler, çoğunlukla namaz kılmak ve ezan okumak gibi ritüellerin merkezi olarak kullanılır. Ancak Kur’an’ın tarif ettiği mescitler, aynı zamanda vahiy derslerinin işlendiği, toplumun manevi ve ahlaki olarak arındığı mekanlardır. Bu işlevsellik, camilerde büyük ölçüde kaybolmuştur.
2. Sadece Namaz Mekanı Olması:

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Namaz, İslam’ın temel ibadetlerinden biridir ve Kur'an-ı Kerim'de sıklıkla övülmüş ve emredilmiştir. Ancak namazın nasıl kılınacağına dair ayrıntılar, özellikle mezheplerin görüşleri ve hadisler çerçevesinde farklılık gösterebilmektedir. Bu durum, "Kur'an'a göre namaz nasıl kılınır?" sorusunu ortaya çıkarmaktadır. Kur'an’a dayalı bir anlayışla namazı incelemek, dinin özüne uygun bir uygulama geliştirmek açısından önemlidir.
Kur'an’ın Namaz Anlayışı
Kur'an’da namazın kılınış şekline dair temel unsurlar belirtilmiştir. Kıyam (ayakta durma), rüku (eğilme), secde (yere kapanma) gibi hareketler açıkça ifade edilmiştir. Ancak bu hareketlerin ne kadar süreyle, hangi düzenle yapılması gerektiği, okunacak sureler ve dualar gibi ayrıntılar bireyin tercihine bırakılmıştır. Örneğin, secde veya rüku sırasında okunacak tesbih sayıları ya da dualar Kur'an’da zorunlu kılınmamış, kişinin içtenliğine ve samimiyetine bırakılmıştır.
Rekat Sayıları ve Surelerin Seçimi
Kur'an'da namazın rekat sayıları belirtilmemiştir. Bugün uygulanan sabah, öğle, akşam gibi namazların rekat sayıları, İslam toplumları tarafından belirlenmiş ve bir gelenek haline gelmiştir. Ancak bu durum, farklı rekat sayılarında namaz kılmanın yanlış olduğu anlamına gelmez. Aksine, rekat sayıları kişiye veya cemaatin kolaylığına göre ayarlanabilir. Cemaatle namaz kılınırken bir düzen oluşturmak için sabit rekat sayıları kullanılabilir; ancak yalnız başına kılınan bir namazda bu serbest bırakılmıştır.
Kur'an'da namazda okunacak sureler konusunda da bir sınırlama getirilmemiştir. İsteyen kişi Fatiha Suresi’ni okuyabilir, isteyen başka bir ayeti tercih edebilir ya da dua ederek Allah’ı zikredebilir. Önemli olan ibadetin bilinci ve samimiyetidir.

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Kur’an, insanlığa doğru yolu göstermek için indirilmiş bir kitaptır ve içinde her türlü hayatî meseleye dair açıklamalar barındırır. Bunlardan biri de şirk ve müşriklik konusudur. Şirk, Allah’a ortak koşmak, O'na eş tutmak anlamına gelir ve bu inanç, Allah’ın birliğine ve kudretine olan saygıyı ihlâl eder. Kur’an’da müşrikler, Allah’a inandıkları halde, kendi uydurdukları putlara, heykellere veya başka aracı varlıklara da taparak, dini bozan bir inanç yapısına sahip olarak tasvir edilirler. Kur’an’da müşrikler, genellikle bir grup olarak tanımlanır. Bu grup, Allah’ın varlığını kabul etmekle birlikte, O’na ortak koşar ve kendi inanç sistemlerini buna dayandırırlar. Bir toplum kesimi olarak müşrikler, hem inançları hem de sosyal yapılarıyla birbirine benzer özellikler taşırlar. Allah’a inanmakla birlikte, onlara göre Allah’a ortak koşmanın bir sakıncası yoktur. Bu nedenle, müşriklerin dini inançları, bireysel olarak sapkın olduğu gibi, toplumsal olarak da zararlı bir etki yaratır. Müşrikler, kendi uydurdukları putları, Allah’a şefaatçi olarak kabul ederler. Yunus Suresi'nde Allah, bu inancı çürütür ve şöyle buyurur: "Allah'ı bırakıp kendilerine zarar vermeyecek ve yararları dokunmayacak şeylere kulluk ederler ve: 'Bunlar Allah Katında bizim şefaatçilerimizdir' derler. De ki: 'Siz, Allah’a, göklerde ve yerde bilmediği bir şey mi haber veriyorsunuz? O, sizin şirk koştuklarınızdan uzak ve Yücedir.'" (Yunus Suresi, 18)
Bu ayet, müşriklerin, Allah’ın kudretini ve bilgisiyle olan ilişkilerini anlamadıklarını ve bunun sonucunda Allah’a eş tutmayı doğru kabul ettiklerini gösterir. Ayrıca, müşriklerin dini inançları toplumsal bir yapı oluşturmuş ve bu yapı, dinin özünü bozan bir zihniyetle toplumda yerleşmiştir.
Kur’an, müşriklerin yaptıkları ibadetleri de detaylı bir şekilde ele alır. Bu topluluklar, Allah’a tapmak ve Kâbe’yi tavaf gibi dini ritüelleri yerine getirseler de, ibadetlerini yalnızca Allah’a halis bir şekilde yapmazlar. Bunun yerine, putlara da ortak bir şekilde tapar, Allah’a şirk koşarlar. Bu nedenle, bu ibadetlerin Allah katında bir geçerliliği yoktur. Allah, Tevbe Suresi’nde şöyle buyurur: "Ey iman edenler, müşrikler ancak bir pisliktirler; öyleyse bu yıllarından sonra artık Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar." (Tevbe Suresi, 28) Bu ayet, müşriklerin dini ritüellerinin, Allah’a halis bir şekilde yönelmedikleri sürece, geçersiz olduğunu ve onlara Mescid-i Haram’a yaklaşma izninin dahi verilmediğini belirtir. Müşriklerin, dini pratiklerinde Allah’ın emirlerini yerine getirmemeleri, toplumsal düzeni ve bireysel ahlakı da olumsuz yönde etkileyen bir durumdur. Müşrikler, dini ibadetlerde yalnızca Allah’a yönelmek yerine, başka varlıklara da yönelerek dini inançlarını sapkın bir hale getirmiştir. Bu tür yanlış inançlar, toplumu dinsizliğe, ahlaki çöküntüye ve sosyal adaletsizliğe sürükler. Kur’an’daki müşrik tanımlamaları, bu toplulukların kendilerini doğru yolda görmelerine rağmen, gerçekte sapkın bir inanç sistemini benimsemiş olduklarını ortaya koyar. Müşrikler, Allah’a ortak koşan bir zihniyetle hareket ederken, din adına uydurdukları hükümleri kabul ederler ve bunları mutlak doğru olarak savunurlar. Kur’an, bu kişilerin tutumlarını şöyle açıklar: "İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kâfirler dedi ki: 'Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür.'" (Sad Suresi, 4-8) Bu ayet, müşriklerin, gerçek dini kabul etmeyip, kendi uydurdukları inançları doğru kabul ettiklerini gösterir. Müşrikler, doğru yolu bulmuş gibi görünseler de, aslında batıl inançlara sapmışlardır. Bunun bir örneği de, ahiret günü, şirk koşanların, müşrikliklerini kabul etmek istememeleridir. En’am Suresi’nde, şirk koşanların o gün geldiğinde: "Nerede (o bir şey) sanıp da ortak koştuklarınız?" diye sorulacağı ve onların, "Biz müşriklerden değildik" diyecekleri belirtilir. Bu durum, onların kendi sapkınlıklarını kabullenmemek için direndiklerini gösterir. Şirkin temel sebebi, Allah’ı doğru tanımamak ve O'nu hakkıyla takdir edememektir. Kur’an’a göre, Allah’ı doğru anlamanın ve O’na yönelmenin en güzel yolu, Kur’an’ı rehber edinmektir. Kur’an, her şeyin açıklayıcısıdır ve insanları doğru yola iletmek için inmiştir. Nahl Suresi’nde şöyle denir: "Biz Kitabı sana, her şeyin açıklayıcısı, Müslümanlara bir hidayet, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik." (Nahl Suresi, 89)
Kur’an’ı rehber edinmeyenler, batıl inançlara sapar ve Allah’a eş koşarlar. Bu kişiler, kendi uydurdukları hurafelere, batıl hikayelere dayanarak, Allah’a karşı yanlış bir tutum sergilerler. Şirkin temeli, Allah’ın kudretini takdir edememek ve O’nu doğru tanımamaktır. Kur’an ise, Allah’ın gerçek kimliğini ve kudretini insanlara tanıtarak, doğru yolu gösterir. Kur’an, şirk ve müşriklik kavramını hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ele alır. Müşrikler, Allah’a inandıkları halde, O’na ortak koşar ve sahte inanç sistemlerini savunurlar. Bu inançlar, ne bireysel ne de toplumsal anlamda geçerli değildir. Kur’an, insanlara doğru yolu gösterirken, Allah’a halis bir şekilde ibadet etmeleri gerektiğini vurgular. Şirkin temel sebebi, Allah’ı doğru tanımamak ve Kuran’ı rehber edinmemek olduğu için, insanlara doğru yolu gösteren tek kaynak, Kur’an’dır. Müşriklerin tutumları, tarih boyunca birçok toplumda dini bozmaya yönelik sapkın inançların yayılmasına neden olmuştur ve bu tutumların günümüzde de devam ettiğini görmek mümkündür. Bu bağlamda, Kur’an’a yönelmek, doğru dini anlamanın ve Allah’a gerçek anlamda ibadet etmenin tek yoludur.

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

İslam, yaşamın her alanında doğruyu, adaleti ve huzuru hedefleyen bir dindir. Bu temel hedeflere ulaşabilmek için Müslümanların, hem bireysel hem de toplumsal olarak, Kuran’ın öğrettiklerine ve İslam ahlakına uygun bir yaşam tarzı benimsemeleri gerekmektedir. Kuran, bir toplumda adaletin sağlanabilmesi için, özellikle iletişim ve bilgi paylaşımı noktasında belirli kurallar koymuş ve bu kuralların İslam toplumunda nasıl işlemesi gerektiğini belirtmiştir. Bu bağlamda, güven veya korku haberlerinin doğru bir şekilde iletilmesi, büyük bir öneme sahiptir. Kuran, güven veya korku haberlerini özel bir şekilde ele alır. Bu tür haberlerin bir toplumda yayılması ve doğru şekilde iletilmesi, adaletin sağlanması ve toplumsal huzurun korunması açısından kritik bir rol oynar. Nisa Suresi’nin 83. ayetinde, bir güven veya korku haberi geldiğinde, bu haberin doğru şekilde iletilmesi gerektiği vurgulanır. Ayette şöyle buyrulmaktadır: “Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu elçiye ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan ‘sonuç-çıkarabilenler,’ onu bilirlerdi. Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.” Bu ayet, Kuran’ın iletişimle ilgili hükümlerinin temelini atmaktadır. İnsanların duyduğu ve onlara ulaşan haberlerin, özellikle güven veya korku içerikli olanların, yanlış kişilere veya yanlış şekilde iletilmesinin toplumsal huzursuzluklara yol açabileceğini belirtmektedir. Ayrıca, bu tür haberlerin yetkili ve sorumlu kişilere ulaşması gerektiği ifade edilmektedir. Güven veya korku haberlerinin yanlış bir şekilde yayılması, toplumsal yapıyı tehdit edebilir. İlk olarak, bu haberlerin doğru kişilere ulaşmaması, acil bir durumda zamanında müdahale edilmesini engeller. Eğer bir sorun ya da tehdit haberinin doğru kişiler tarafından zamanında alınmazsa, alınacak önlemler geç kalabilir. Bu durum, toplumun zarar görmesine yol açabilir. İkinci olarak, yanlış yayılan bir haber, İslam ahlakına karşı olan kişilerin de haberdar olmasına yol açar. İnkarcılar, münafıklar ya da İslam’a karşı mücadele eden kişiler, bu haberleri kullanarak topluma zarar vermek isteyebilirler. Böylece, açıklanmaması gereken bir bilgi, toplumun güvenliğini tehdit edebilir. Bu da toplumda büyük bir karışıklığa ve güvensizliğe sebep olur. Kuran’da yer alan bu öğreti, doğru bilgi iletiminin ne kadar önemli olduğunu vurgular. Güven veya korku haberleri, sadece doğru kişilere, yani bu konuyu değerlendirebilecek ve doğru kararı verebilecek yetkililere iletilmelidir. Bu sayede, ilgili merciler haberi doğru bir şekilde değerlendirip, en uygun çözümü bulabilir ve gerekli önlemleri zamanında alabilirler. Bu durum, toplumsal düzenin korunmasına yardımcı olur. İslam, aynı zamanda, müminlerin bu tür haberleri fark edebilecek bir akıl ve uyanıklığa sahip olmalarını ister. Müminlerin, duydukları her haberin doğru olup olmadığını sorgulama ve herhangi bir belirsizlik durumunda hemen ilgili yetkililere başvurma sorumluluğu vardır. Bu, hem bireysel hem de toplumsal güvenliğin sağlanmasında önemli bir adımdır. Bu anlayışa sahip akıllı ve uyanık müminlerin sayısının artması, Kuran ahlakının yaygınlaşmasına vesile olur. Kuran, bir toplumun huzur içinde yaşayabilmesi ve adaletin sağlanabilmesi için iletişimin doğru bir şekilde yapılması gerektiğine dikkat çeker. Güven ve korku haberlerinin yanlış kişilere iletilmesi, toplumda kaosa ve güvensizliğe yol açabilir. Bunun önüne geçebilmek için, bu tür haberlerin sadece yetkili ve sorumlu kişilere iletilmesi gerektiği Kuran’da açıkça belirtilmiştir. Müminlerin, doğru bilgiyi zamanında ve doğru bir şekilde iletebilecek bir akıl ve uyanıklığa sahip olmaları, İslam ahlakının hayata geçirilmesinde önemli bir adımdır. Bu anlayışın, bireysel ve toplumsal güvenliğin sağlanmasında büyük bir rol oynayacağı açıktır.

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

İslam toplumlarında, Kur'an ahlakını yaşamamanın ve Allah korkusunun eksik olmasının sonuçları ciddi bir şekilde hissedilmektedir. Allah korkusu, bir toplumu oluşturan bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinde temel bir ölçüt ve yönlendirici güç olmalıdır. Ancak, Allah’a ve onun emirlerine duyulan saygı ve korkunun eksik olduğu toplumlarda, insanların ahlaki değerleri büyük ölçüde sarsılmakta ve bu durum toplumsal problemlere yol açmaktadır. Kur'an, insanlara yalnızca dünya hayatı için değil, aynı zamanda ahiret için de bir yol gösterici olmayı amaçlamaktadır. Allah’ın emirlerine ve yasaklarına duyulan saygı, bireylerin hem kendi hayatlarında hem de toplumsal ilişkilerinde daha dürüst, adil ve merhametli olmalarını sağlayacaktır. Ancak, Allah korkusunun olmadığı bir toplumda, insanlar sadece kendi çıkarlarını düşünerek, başkalarına zarar vermekte bir sakınca görmezler. Kur'an ahlakı, insanın birbirine karşı saygılı, hoşgörülü ve merhametli olmasını öğütler. Ancak, Allah’ı tanımayan, O’na olan sorumluluğunun bilincinde olmayan bir kişi, kendisini bu değerlerle sınırlamaz. Böyle bir kişi, diğer insanları yalnızca kendi çıkarlarına hizmet eden araçlar olarak görüp, başkalarına zarar vermekten çekinmez. Birbirlerine karşı saygısız, alaycı, gaddar ve bencil olurlar. Bu kişiler, Allah’ın tecellisini ve ruhunu taşıyan birer değerli insan olduklarını kavrayamazlar. Bir insanın öfkesine kapılması, başkalarını küçümsemesi veya üzmesi, Kur'an’ın öğrettiği ahlaka ters düşen davranışlardır. Kur'an, insanların birbirlerine karşı olan sevgilerini ve merhametlerini, Allah’a iman etmeleri ve O’na olan sevgilerinden beslemeleri gerektiğini vurgular. Allah’a duyulan gerçek sevgi, insan ruhunda samimi bir huzur ve mutluluk yaratır. Ancak, nefsini ve çıkarlarını ön plana koyan bir yaşam tarzı, insanları bu sevgiden uzaklaştırır ve onları bencilce bir hayata yönlendirir. İslam inancına göre, gerçek mutluluk ve huzur, Allah’a iman etmek ve O’nun rızasını kazanmaya çalışmaktan geçer. Bir kişi yalnızca nefsini tatmin etmek için yaşadığında, sevgiden ve merhametten uzak, soğuk ve bencil bir yaşam sürer. Ancak, Allah’a iman eden bir insan, yalnızca kendi çıkarlarını değil, başkalarının da iyiliğini düşünür. Fedakarlık, sevgi ve saygı bu kişinin hayatının merkezine yerleşir. Allah, insanlara yalnızca dünyevi değil, aynı zamanda ahiret mutluluğunu da vaat etmektedir. Allah’a iman edenler, yalnızca bu dünyada değil, ahirette de gerçek huzuru bulacaklardır. Kur'an, cahiliye döneminde insanların nefsini ve çıkarlarını her şeyin önünde tuttuklarını ve bunun insanları mutsuzluğa ittiğini bildirir. Cahiliye dönemi, Allah’ı bilmeyen ve O’na iman etmeyen insanların dönemi olarak tanımlanabilir. Bu dönemde insanlar, bencilce ve bıkkın bir şekilde yaşamış, birbirlerine karşı saygısız ve acımasız olmuştur. Ancak, gerçek huzur ve mutluluk, Allah’a iman etmekle mümkündür. Kur’an’da müminlerin birbirlerinin velisi olduğu vurgulanarak, iman edenlerin birbirlerine karşı sevgilerini ve saygılarını ifade etmeleri gerektiği hatırlatılmaktadır. Bu anlayış, toplumsal bağları güçlendirir ve insanları birbirine daha yakın kılar. Kur'an, Enfal Suresi 72. ayetinde müminlerin, hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin birbirlerinin velisi olduğunu bildirmektedir. Bu ayet, gerçek bir iman ve bağlılık anlayışının, insanları sadece Allah’a değil, birbirlerine karşı da sorumluluk taşımaya yönlendirdiğini ortaya koymaktadır. İman edenlerin oluşturduğu bu güçlü toplumsal bağlar, hem bireysel hem de toplumsal huzurun teminatıdır. Gerçek sevgi ve saygı, Allah’a iman edenler arasında filizlenir ve bu, yalnızca Allah’ın rızasını kazanma amacına yönelen bir sevgi şeklidir. Sonuç olarak, Kur'an ahlakının ve Allah korkusunun eksik olduğu toplumlarda, bireyler yalnızca kendi çıkarlarını düşünerek, başkalarına zarar verme konusunda bir sakınca görmeyebilirler. Allah’a iman eden ve O’nun emirlerine uyan insanlar, başkalarına saygılı, merhametli ve sevgilerini samimi bir şekilde ifade edebilen insanlardır. İman, yalnızca bireysel huzuru değil, aynı zamanda toplumsal huzuru da sağlar. İslam’ın öğrettiği gerçek sevgi, sadece Allah’a duyulan sevgiyle beslenir ve bu sevgi, insan ruhunda gerçek mutluluğu doğurur. Allah’a iman etmek, bir insanı hem dünyada hem de ahirette mutlu kılar, çünkü gerçek mutluluk Allah’a duyulan sevgiden ve bu sevginin insanlara yansımasından gelir.

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Kur’an, Allah’ın insanlara yol göstermek için gönderdiği son ilahi mesajdır. Bu mesaj, Nebimiz Muhammed aracılığıyla insanlara iletilmiş ve insanlığın rehberi olmuştur. Kur’an’da sıkça geçen “Allah’a ve elçisine itaat edin” ifadeleri, mezhepçi yaklaşımlar tarafından farklı yorumlanmış hatta yanlış bir şekilde dinin iki ayrı otoriteye dayandığı iddia edilmiştir. Bu yazıda, “elçiye itaat” kavramının Kur’an’daki gerçek anlamını inceleyecek ve bu kavramın mezhepçi yaklaşımlar tarafından nasıl saptırıldığını ele alacağız.
Elçiye İtaat: Kur’an’a İtaat Etmek
Kur’an’daki “Allah’a ve elçisine itaat edin” ifadeleri (örneğin, Nisa Suresi 80) incelendiğinde elçiye itaatin onun kişisel görüşlerine veya vahiy dışında koyduğu hükümlere itaat etmek anlamına gelmediği açıktır. Elçiye itaat onun Allah’tan aldığı mesajı insanlara iletmesi nedeniyle Allah’ın mesajına itaat etmekle eşdeğerdir. Bu nedenle Allah ve elçi iki ayrı kaynak değil tek bir kaynağı işaret eder: Allah’ın mesajı olan Kur’an.
Nisa Suresi 80’de Allah şöyle buyurur:
“Elçiye itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur...”
Bu ayet, elçiye itaatin temelini açık bir şekilde ortaya koymaktadır: Elçi, Allah’ın vahyini insanlara ileten kişidir ve elçiye itaat, doğrudan Allah’a itaattir. Burada, elçinin Allah’tan bağımsız bir hüküm koyucu olmadığı net bir şekilde ifade edilmektedir. Elçiye itaat, Allah’ın göndermiş olduğu mesaja, yani Kur’an’a uymaktır.

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Kur'ân, kadının konumunu ve haklarını sadece bir birey veya topluluk için değil, evrensel ahlak ilkeleri çerçevesinde ele alır. Bu bağlamda, Nur Suresi’nin zina iftirasıyla ilgili ayetleri, kadına yönelik ataerkil ve gelenekçi baskıların tarihsel ve kültürel temellerini sorgulayan bir perspektif sunar. Ancak bu ayetler, genellikle yanlış yorumlanarak, rivayet kültürünün etkisiyle tarihsel olaylara indirgenmiştir. Bu durum, hem Kur'ân'ın özünden hem de İslam'ın evrensel ahlak ilkelerinden uzaklaşmaya neden olmuştur.
Nur Suresi ve Kadına Yönelik Zina İftirası
Nur Suresi’nin 11-13. ayetleri, bir kişiye veya olaya atıfta bulunmaktan ziyade, zina iftirasının ahlaki, hukuki ve toplumsal boyutlarına vurgu yapmaktadır. Ayetlerde, iftira olayının organize bir eylem olduğuna dikkat çekilir ve mümin erkeklerle kadınların bu tür durumlarda iftiraya karşı duyarlı olmaları gerektiği ifade edilir:
> "Onu duyduğunuzda mü'min erkeklerle mü'min kadınların kendileri hakkında hayır düşünmeleri ve: 'Bu apaçık bir iftiradır' demeleri gerekmez miydi?" (Nur Suresi, 12).
Buradan anlaşılan, mesele sadece Hz. Aişe veya başka bir şahıs değil, iftiranın yol açtığı toplumsal yozlaşma ve hukuksal kaos ortamıdır. Kur'ân, şahıslar üzerinden değil, ahlaki ilkeler ve hukuk normları üzerinden mesajını iletir.
Ataerkil ve Gelenekçi Toplumların Kadına Bakışı

Devamını Oku
Muhammed Rıdvan Kaya

Şeriat kelimesi, köken olarak "yol" anlamına gelir ve bir Müslümanın hayatını yönlendiren temel ilkeleri ifade eder. Ancak İslam tarihi boyunca, Kur’an’daki şeriat ile hadislerin oluşturduğu şeriat arasında önemli ayrılıklar ortaya çıkmıştır. Kur’an, bir Müslümanın izlemesi gereken yolu açıkça belirlerken, zamanla bu yola hadisler ve tefsirler yoluyla farklı anlamlar yüklenmiştir. Bu süreç, İslam toplumlarının bazı konularda sapmasına neden olmuştur. Bu makalede, Kur’an şeriatı ile hadis şeriatı arasındaki temel farklar ele alınacak ve Kur’an’ın evrensel değerleri vurgulanacaktır.
Kur’an Şeriatının Temel İlkeleri
Kur’an, bir Müslümanın yaşamını düzenleyen temel ilkeleri içerir. Haramlar açık ve kesin şekilde belirtilmiş, bunun dışında helal olan şeylere sınır getirilmemiştir. Kur’an, aklı, bilimi, eğitimi, birliği ve sevgiyi öne çıkarır. Bu bağlamda, Müslüman’ın:
Demokratik bir yapıyı benimsemesi,
Modern, kültürlü ve sevgi dolu olması,
Bilgiye ve bilime açık bir yol izlemesi gereklidir.

Devamını Oku