İnsanlık, hakiki yükselişin eşiğinde;
öfkenin azgın atını iradenin sağlam dizginleriyle
sükûnete erdirmeli.
Kırılgan ahlak, kristal bir vazonun narinliğinde,
Aynı dalda duran, iki kuş profiliydi sevgimiz.
Baharın gelişiyle yeniden can bulan,
Aynı yöne çırpardık kanatlarımızı,
Ufka umut taşırdık, bulutlarla yarışarak.
İlkçağın doğusunda uyandım bilgiye;
göğün sessizliğini yaran çocuk adımlarımla
çağların eşiğine vardım.
Anaximenes yükseldi sislerin içinden;
Habil’in kanı sızarken toprağa,
belirsizdi henüz ölümün yeri.
İnsan, kardeşini bıraktı boşluğa;
dağ sustu, yer sustu, gök sustu...
On beş yaşındaydı henüz.
Arjantin’de,
bir yanardağın soğuk alnında bulundu.
İnka’nın kadim inancında,
İlk çağlarda,
zaman henüz adını bilmezken,
tabiatın kalbinde uyandım.
İpekyolu’nda bir gölgeyim ben,
sabahın ilk nefesi ipek gibi
içime dolar.
Katırların sırtında sessiz bir ney gibi
Sonsuzluk bir aynadır aslında,
İç içe geçmiş aynalarda silüetler;
Her birinin zamanı başka yerde,
Süreğen bir yanılsama sarar benliği.
Şimşekle vaftiz edildi doğduğu gece;
göğün nabzı attı, yeryüzü irkildi.
Annesinin duası çarklara sindi,
babasının kelâmı evrene döküldü.
İşsiz adam yine uyandı,
yeni bir sabaha, puslu ve soğuk.
Basit kahvaltı önünde:
üç zeytin, az peynir, bir fincan çay.
Cebine baktı sessizce:




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!