Semerkant’ta bir taş yerinden oynadı önce;
gölgem bir kılıç gibi düştü ipeğin kalbine.
Ben yürüdüm,
ufuklar daraldı, haritalar çatladı avucumda.
Sessizliğin hüküm sürdüğü
eski bir kütüphanede dururum;
ceylan derisinden örülmüş bedenimde
tarihin damarı güçlüce atar.
Ben, çağların nabzını tutan,
Rüzgârların unuttuğu yorgun bir liman,
sessizce taşır çağların ağırlığını.
Çürümüş gemi iskeletleri bekler geceyi,
vakur nöbetçiler gibi suskun durarak.
Arnavut kaldırımlı bir sokağın,
zamana açılan damarından geçer,
ahşap tekerlekli arabasıyla
eskici.
Eski bir kentin sokaklarında
dolaşıyor gezgin ruhum.
Viranelerde yankılanır
geçmiş sevdaların hikâyeleri.
Eski Mısır’da
bir köleyim ben;
taşa sinmiş
soluk bir hatıra.
Nil’in sessiz kollarında,
Binlerce yıl hüküm sürdü bir medeniyet.
Sırlarla dolu taşlar, hala fısıldıyor.
Hiyeroglifler işlendi, duvarlara dantel gibi.
Sfenksler oyuldu, devasa kayalara.
Eski Roma'da bir gladyatörüm.
Başımda çelik miğfer,
Elimde tılsımlı kılıç,
Kutsal bir tanrı heykeli gibi
Dövüşürüm kanlı arenalarda.
Bir rüzgar esiyor.
Başlıyor kurumuş yürekler sallanmaya.
Havası boşalmış top gibi olur yürek.
Sevda yoksa içinde.
Yalnızlığın kıyısında,
ruhların istirahatgâhında,
sana dair izler arıyorum.
Burada sadece rüzgâr,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!