Mavi bir nehir kenarında, ahşap bir kulübede sessizlik ile sevgiliyim.
Oturma odamın penceresi, yamaçtaki tepenin manzarasına açılan bir tuval gibi.
Üşütüyor beni ürkek yalnızlığım.
Sobamı yakıyorum sevgi ateşiyle;
Bacamın bembeyaz dumanı, kar misali bulutlara karışıyor.
Buzulların taht kurduğu,
rüzgârın bile titrediği bir kıtayım ben.
Beyaz ihtişamımla örterim
zamanı, ufku;
Büyük bir aşkın izlerini soruyorsun.
O halde, kulak ver bana.
Bir yürek atışı gibi, her sözü ve hayali.
Bir nefes gibi, can verir damarlarıma yüzü.
Sen ki, çocukluğunu Makedon dağlarında bırakıp,
lir çalıp ata bindiğin o ilk yıllardan çıkıp,
yıldızların altından yürüdün Asya’ya;
her adımında tarih titreşti,
her nefesinde çağlar şekil aldı.
Alplerin suskun zirvesinde,
donmuş bir kader duruyordu.
Kırk beş yıllık bir ömür,
buzun alnına mühürlenmişti.
Bir çar bombası attın kalbime,
yükseldi ruhumun derinliklerinde.
Titredi bedenim, savruldu içimde,
kavurdu beni içten esen sıcak rüzgârlar.
Toprak nefesimi sayar;
ben tarlanın yolcusuyum.
Dar patikalardan geçerim;
ağaçlar ve çiçekler yoluma eşlik eder.
Bir Afrikalı sömürülürken.
Boğuşurken açlık ve hastalıkla.
Yokluğun dibine inmişken.
Coğrafya, kader mi demeli?
İnsanlığın unuttuğu, kurak bir çölüm ben.
Sarı bir okyanus gibi sararım her yanı.
Yakıcı güneşin altında
kavrulur gün boyu yaşam;
canlılar, bir gölge arar serinlemek için.
Ahşaptan yorgun bir barakayım,
dağların sessiz ucunda.
Dallar dolanır etrafıma,
sarmaşık bir kader gibi.




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!