Mevsimler değişirken
tabiat tellerini titreten
gizli bir senfoni doğar;
Ben, o senfoninin
Bana, yakıp kavuran o hasretini değil,
bahar yağmurlarını gönder sevgilim.
Islansın çatlamış yüreğim;
dallarıma yürüsün can suyun
ve uykudaki çiçeklerime
Bergama’nın doruğunda yükselir
çağların rüzgârına direnen tapınak;
Asklepion, bir savaşçının kalbi gibi
kuvvetle çarpar sonsuzluğa.
Bir tapınağa girdim sessizce,
zaman diz çökmüş kapısında.
Taşlar kadim bir kalbin atışıydı,
yüzyılların nefesini taşıyordu.
Bir ordu komutanıyım, ülkeler fetheden,
Dağ dağ ordular peşimden geliyor.
Yeni diyarlar arıyorum, zaferle taçlanan,
Lakin gözüm, aşk ülkesinin güzel prensesinde...
Ben Atatürk genciyim.
Atalarımdan süzülen mirasla
tarihin izini sürerim,
Orhun yazıtlarının gölgesinde.
Dünyadan bakıldığında
gök cismi değildin sen;
zamanın alnına bırakılmış
gümüş bir kader halkasıydın.
Köşe başındaki kaldırım
meskenidir onun.
Her sabah, gün ağarırken,
bir duayla koyulur işe.
Ay ışığı....
İpekten bir aydınlık katar dünyaya.
İnce bir tülden süzülen ışık.
Sanat eseri gibi...
Raks eder, karanlığın içinde...
Aynı şehrin sesleri çarpıyor pencerelerimize;
aynı martılar, aynı ufku tırmalıyor belki de.
Sen, bir fotoğrafta donmuş bir an’sın hâlâ;
ben ise o anın arkasında saklanan hikâyeyi duyan yabancı.
Belki aynı kelimelerde titrerdi seslerimiz;




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!