Alnımı alnına koy, öp seccadem!
Seherine gelmek benim iradem
Kucakla kalbimi, benim, bir âdem
Sevgiliye sesim çıkıyor, cılız
Gecem ki; kötürüm, küf kokan zindan
İstanbul, düşümde yaşarım seni
Arınırım geçmişini anarken
Tuzaklardan pay ederler hisseni
Gök kubbende kandillerin yanarken
Suretin kıskandırır akranların
Son bir selam veremeden
Sükûtu mu seçtin yâr?
Üç beş kelâm edemeden
Üstüm basıp geçtin yâr
Ağla sessizce, tenhalarına sarılarak,
Serencâmın hâl için, yâr kapısın aşındır.
Bu yol ki yürünmez, yüreğine darılarak,
Topla göçe kuşların! Bu gelen son kışındır.
Soylu Nöbet
Sevgili!
Gönlümün dünyasına daldım yine derinden
Kırmızımsı bir hüzün akıyor gözlerimden
İzlerinde acı gördüm, yüreğim
Tenhalarda ikibüklüm dardadır
Mahpushane köşesinde dileğim
Kanatlanıp uçma izni yârdadır
Bütün ızdıraplar biten an olur
Ey dost bildiğim!
Ben, seni su gibi okurken
Tazelendi gönlüm, yeşerdi
Dal budak salındı içime
Börtü böcek alındı içime
Suskunluğundan
Mevsimler sancılı, böyle susarsan
Sessizlik yangını, anlatır gözler
Çileyi şairler fikrinde gizler
Bütün mevsimlerden alır ilhamı
İnsan dolu, insanoğlu her yerde
Kitaplısı, kitapsızı, putperest
Karun ve Firavun, Nemrut’u nerde?
Ecel kollarında olmuşlar derdest
Hepimiz Âdem’in çocuklarıyız
Bürüdü dünyamı aşkın ateşi,
Yangın ki; yayıldı damarlarıma.
Sıçrasa eritir Ay ve Güneş'i,
Savruldum Amasya'm bulvarlarına.
Şehrin baş ucunda saat kulesi,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!