Dudaklarda bir sır, "En-el Hak" deyu
Yankısında Bağdat'ın taş duvarları.
Aşk ile tutuştu, ruhu derunu
Sıradan bir akılın anlamadığı
Ayaklar pranga, eller kan revan,
Bir darağacıyla söylendi adım,
İpliğe dizilmiş cümle âlem.
Tenim harflere döküldü,
Kelimelerim kanadı kırık bir kuş...
Ben ki ateşin sözüyüm,
Kaos, kriz ve döngü,
Kaybolmuş bir devrime benzerdi yüzü.
Savrulur arşa, savrulur külü,
Aynı anda yaşar dünü, bugünü.
Aşkın şarabından mest olmuş gezer,
Bugün dosta sual ettim,
Batını zahir eyledi.
Varıp kelam eyleyince,
Sırrını ifşa eyledi.
Seyran edip âsumândan,
Horasan'ın göğünde üç gece dolunay,
Kızıl bir yıldız gibi düştü toprağa.
Dedem rüyasında gördü o nur yüzü:
"Bu çocuk hem dilsiz, hem de gönül sultanı."
Anam loğusa kanıyla kırk gün yıkadı tenini,
Hazan yağmurları çok erken yağdı,
Yaprak sararmadan toprağa düştü.
Bir burukluk içime ansızın çöktü
Yazın neşesi silindi, gitti.
Gökyüzü ağladı sessiz sakince,
🌞 Güneş (Şems) - Nesimi
Derd-i aşkın nârı, derimde yandı,
Enel-Hak sırrıyla, özüm uyandı.
Nin hurufun remzi, canımda gizli,
Yüzülen derimde, kızıl yazı kaldı.
Hiçlikten evvel, daha sözcük yok iken,
Bir düşün içinde gizli bir tohum idim.
Eşya yaratılmazken, her şey bir gölge iken,
Ben o ilk manada, benzersiz bir düğüm idim.
Zaman doğmamıştı, ne gece ne gündüz var idi,
Gel gönül, varlıktan geç, durma bu handa,
Ene'l Hak sırrına er, kalma güman'da.
Benlik davasını sil süpür, at bir tarafa,
Hiçlik makamında bul sırrı pinhan'da.
Dört kapı kırk makam, yol budur erenler,
Hind’in sofrasında kan şerbeti ikram edildi,
Bir masum gülüş, bir beddua, bir kırık testi…
Hamza’nın ciğeri, zehrin içine bandırdığı ekmek,
“Al ya Muhammed!” diyen celladın gölgesi.
Kadehinde kin, sofrasında kalleşlik,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!