Kum işte. Sarı sarı.
Bazen de kahverengi.
Üstünde yürürsün. Ayakların batar.
Terlersin. Susarsın.
Ama güzeldir çöl.
Geniş geniştir.
Niyet: "Bism-i Şah! Bugün, çarşının taze ekmeğine değil, çöp konteynerindeki nimete talibim!"
Süre: Üç gün (Birinci gün plastik, ikinci gün organik, üçüncü gün tehlikeli atık)
İftar: Market artığı, son kullanma tarihi geçmiş bir yoğurt
Sahur: Sokak kedisinin bıraktığı balık kılçığı
Gök yarılıp dolu yağmurlar yağsa,
Zelzeleler olup ummanlar taşsa,
Sular köpürüp de bentler yıkılsa,
Bağrımda yanan ateşi söndüremezsin.
Lokman hekim olup karşıma gelsen,
Göçümüzü yazan kalem değil tekerlek izlerimizdir,
Sözümüzü nakşeden kâğıt değil davulun derisidir.
Biz ki ateşle barışık, demirle kardeş bir halkın evlatlarıyız,
Yolumuzu çizen sultan değil, her sabah doğan güneştir.
Köle pazarında satılan bedenler değil, özgürlük türkülerimizdi,
Bir sabah uyandım, aynaya baktım,
gözlerim bana bakmıyordu.
Kirpiklerim bile başka birine aitti.
Kendimi sevmek istedim —
ama hangi beni?
Derdi derman eyledik, billâh bu sırra erdik,
Aşkın ateşine yandık, bir kâmil menzile yürüdük.
Dikenlerde gül bitirdik, kahrında lütfunu gördük,
Mürşid-i kâmilin elinden, ab-ı hayatı içtik.
Dert bizim bahçemiz idi, her gam bir gül verdi bize,
Adem’le indik de toprağa vardık,
Çamurda yoğrulduk, candan duyulduk.
Hak kudret elinden suret bulunduk,
Her devirde aynı, aslımız birdir.
Nuh olup tufanda gemiye bindik,
( )
Sustum.
Sustuğum yerden ses doğdu.
Ses, bir gölgeye çarptı;
gölge, ismimi unuttu.
Dost, bu yol ne dünün yolu, ne yarının gölgesi;
Zaman dâr’a çekilmiş, mekân Ene’l-Hakk der hecesi.
Kemter Abdal’ım desem, nefsime büyük düşer,
Biz Hakk’ın bir damlasıyız, Muhammed sırrı taşar.
Şah-ı Merdan’dan gelen bir demdir bu, içeriz elest,
Dostun cemâli sineme nakış,
Gönül hasretiyle yanar dururum.
Aşkın deryasında bir garip balık,
Sahile hasretle kanar dururum.
Gözlerim yollarda, kulağım seste,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!