Sabahın dördü,
Betonun içinde filizlenen bir göktaşı:
Ellerimde paslanmış yıldız tozu,
Ücretli ölümümü sayıyorum
Kırık bir kronometrenin içinde.
Biz, karnı aç bir algoritmanın
Titreşimli kırbaçlarıyla dövülen rakamlarız.
Ekranlarımızda gezinen gölgesi kâra dönüşen ağaç,
Bir toz tanesiyim kâinat kervanında,
Ne altın pul isterim ne taht-i sühan.
Fakr benim sancağım, yokluk şahım,
Hakk’a açılan kapı: İşte bu ân!
Kır göğsüne çalınmış altın kupayı,
Tozlu yollarda serildi kemter
Fena makamında kaldı bir hayal
Hakk'ın aynası düştü elinden
Bir anlık gaflet oldu bir bedel.
"Medet ya Ali" diye inledi
Aşk ehline tuttum derdim söyledim,
"Bu sendeki ızdırap nedir?" dediler.
Benim içim yangın, halim perişan,
Onlar böyle bir dertten bihaberdiler.
Yaralı gönlümü açtım onlara,
Ben de bu âlemi seyrâna daldım,
Ömrümü tüketip hayâle daldım.
Bir güzel sevdim de boşuna yandım,
Derdimden öte dost bulamadım.
Bülbül oldum, vardım geldim bağına,
Pejmürde yollara düşmüş,
O gaibi aramakta.
Viran şehirler geçmiş,
O ilahi yalnızlıkla.
Aşkın izini sürmüş,
içimde bir uzay tozu
yokluğun kırık camına vurduğum adım
sesim olmayan bir yıldızın gölgesi
ve ben
hep çoğul
Güneş, çatlamış testi.
Kırık camlardan sızan ışık, yarık yarık.
Bir çocuğun gözünde takılı kaldı saat:
Ding... Kırmızı yağmur başladı.
Kaldırımlar, açılmış ağızlar.
Gahı güldüm, gahı bülbül,
Gahı Leyla, gahı Mecnun,
Gah Yunus'tum, gah Mevlana,
Bu dünyadan aşkla geçtim.
Hem isimdim, hem cisimdim,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!