1. Kapı: Aşk ateşiyle yandığın eşik
2. Kapı: Gözyaşlarınla suladığın toprak
3. Kapı: Sabah rüzgârında duyduğun fısıltı
4. Kapı: Gecenin koynunda sakladığın sır
5. Kapı: Zülfikar'ın kınından çıktığı an
6. Kapı: Hüseyin'in kanıyla yoğrulmuş kerpiç
Kırklar Meclisi kurulduğunda,
Bir can eksik sayıldı;
"Kimdir bu 41'inci?" diye,
Hepsi merakla sordu.
Hızır geldi, elinde ayna,
Sabah,
Gökyüzünün arka cebinde buldum seni –
Yarısı çürümüş bir elma gibi
Kırmızı ve sessiz...
Otobüs durağında beklerken
Kökler bir labirent, toprağın kara atlasında,
Yılların yığıntısı gövdemde bir ur.
Rüzgar bir unutuş şarkısı fısıldar durmadan,
Yapraklarım düşer, bir sessiz kıyamet olur.
İnsanlar geçer, yüzleri birer kırık ayna,
Akşamüstü köprüde kaldım,
Araba farları dua gibi.
Sordum: "Kim ayırdı bu iki yakayı?"
Bir martı kondu omzuma:
Kaldırım taşlarından sızan sabah sisi,
bir dilenciyi Buda sanıp selamladım.
Bağdaş kurmuş,
önünde boş bir kâse -
içi hava dolu.
Kütüphanenin son cildi alev aldığında,
Harfler kanatlandı
Her "elif" bir turna,
Her "lam" bir yaralı şahin oldu.
Sessizliğin içinde,
Küller semaha durdu.
Dokuz yaşında düştü yola, kundağından sökük,
Kül rengi İstanbul, sırtında kocaman bir çuval.
Çocuk avuçlarıyla ördü annenin örtüğü,
Her taş, bir Bektaşi sırrı, her adım "Ya Hak!" bir nidal.
Aslan postu omzunda, yokluk soğuğunda ince,
"Kün" dedi Hakk, durmadı bir an,
Alem var oldu değil, var oluyor can!
Big Bang'le başladıysa bu devran,
Hâlâ pişiyor nimet, kaynıyor kazan.
Her sabah güneş doğarken,
Bir radar, göğe dikilmiş dev bir mum,
ışığını karanlığın ciğerlerine saplıyor.
Her dalga, toprağın altında unutulmuş
Ermeni çeşmelerinin ağzında donuyor.
Kürecik dağları, kemiklerinden söylüyor türküsünü,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!