Ey can! Akşamın alacasında beliren o nuru dinle.
Eteği kırk rengin sırrıyla dokunmuş; o şalvarı dinle.
Ayağında çarığın değil, Kerbela toprağının süzülmüş kundurasını;
Yol azıksız sanma, "Erzak bendedir," diyen o sesi dinle.
Cebinden Sekine'nin buğdayını serpti yola; bereketi dinle.
Sokak ortasında bir bölme işlemi:
Bir ekmek, üç çocuk, sıfır kare.
En küçük dilim açlığı büyütürken,
Büyükler paylaşmayı unuttu rakamlarda.
Bir terzi, gözlüğünün camına
Her sabah
ayakkabılarımızın içinde birer küçük grev tohumu çimlenir
Bedenlerimiz ters dönmüş bir metro haritası gibidir artık
Mavi yakalılar lacivert nehirlere dökülürken
Biz düdük seslerinden bir köprü inşa ediyoruz
Bir imza düştü kâğıda, yaprak gibi ince,
"Devlet" derler, hangi çınarın gölgesinde?
Gölgeyi sattılar karanlık tüccarları,
Mühür çalındı, sahtekârlık devlet katında.
Dört yüz profesör doğdu gece yarısı rahimlerden,
Kaldırım taşlarını kaldırdılar bir bir,
Altında kırık dişli çocuklar gördüler.
Güneş görmemiş, ekmeği un kokmuş,
Her biri bir fabrika dumanında soluk.
Sokak lambası titredi ansızın,
Batı’nın “demokrasi” kılıcı, petrolden keskin,
İsrail’in strateji haritası, kanla çizilmiş sınır!
Cihatçı kuklaları oynatır perde gerisinde,
Bir yanda gaz faturaları, bir yanda vahşet cenderesi…
Kara altın için kurdular bu kirli kumpası:
Fabrikanın kayıp çocukları
duvarların içinde yaşıyor şimdi:
Tuğlalar arasında sıkışmış
küçük parmak izleri,
her vardiyada biraz daha soluyor.
Biz kargalar piriyiz, kanadımız kara,
Güvercinlere, kumrulara selam olsun sabaha.
Meclisimiz viranelerde, taş yığınları arasında,
Veznimiz çalıntıdır, hırkamız yama yama.
Gökte aranmaz sultanımız, yerde bilinmez adımız,
Ofisinin 37. katından
tanrıyla pazarlık ediyordu:
"ver bana bir gece daha
bütün bankaların şifrelerini
sana bir cami yaptırayım
altın kubbeli"
Sabahın ilk ışığı
gecekondu mahallesine düşerken,
gökdelen camlarından yansıyıp
bir çocuğun boş karnında
yanlışlıkla güneş sanıldı...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!