Kuyuda Yusuf, tahta Yusuf birdir,
Aynadır aynaya bakan bilir bunu.
Gönül sarayının sultanı olan,
Hakikati kendinde bulur usul usul.
Bir tenhada düştüm kuyunun dibine,
Mansur'u astılar bir sabah vakti,
Gölgesi kaldı darağacında.
"Enel Hak" dedi, sesi,
Mekânsız bir noktaya sığdı...
Nesimi'nin derisi yüzüldüğünde,
Shenzhen'de uyanıyor göz kapaklarım
Her kirpik bir montaj hattı
Pazarlama departmanı diyor ki:
"Bu gözyaşları
Çocuk işçi katkılıdır"
Hû diyelim, aşkın demine, nefes söyleyenlerin devranına!
Meryem kalktı Hakk'ın divanına, Zülfikâr'ı kuşandı beline.
"Erkek cümlesi benim nârımdan," dedi, "kadın cümlesi benim zârımdan!"
Hakikatin kılıcı kuşanıldı, dişil ve eril sır bir oldu o anda.
Kırklar'ın badesi onda durdu, Sekine'nin sırrı onda göründü.
Halep'in yarısı
bir PowerPoint sunumundaki
"before/after"slaytı gibi
silinmişti bile...
Bağdat Kütüphanesi'ndeki
Bu yarık dünyadan önce vardı
Zamanın dişlerinin aşınmadığı
Kayaların alfabesiyle yazılmış
Bir tablet gibi durur şimdi
Girişte gördüğün ilk kaya Tanrıların unuttuğu
Bir zil sesi düştü gönül ocağına
Kıvılcım oldu kirpiklerimde
Yandı cümle harf-i sûret
Hakikatin közü düştü dilime.
Ateşe adım attım pervane niyet
Bir meyhaneye düştüm erenler,
Bir damla ile ummanı içtim.
Saki elinde aynı badeyi,
Kırkımıza sundu, mestan eyledi.
Şarap değil bu, aşkın pınarı,
Sabahın ilk güneşi
tıpkı bir simit gibi
ıslak kaldırımlara düşerken
bir adam
kendi gölgesini
tezgâha sermiş
Yağmur yağıyordu:
Her damla,
bir borsa grafiği gibi
—düşüyordu—
cep telefonlarına.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!