Ateşinle harınla yansa, tutuşsa,
"Of" deyip deryaya dalmaz bu gönül.
Mecnun misali çöllere düşse,
Bir damla suya bile meyletmez gönül.
Aşk saçında pişse, kavrulsa,
Yıllar sonra bir şehir meydanında,
Tesadüf eseri çıktı karşıma.
O gençlik ateşi, o sevda yeli,
Zaman şaşkın bir figanla durdu adeta
Göz göze geldik, bir sessiz lisan,
Ezelden ebede bir nur akar,
Ol Ali'dir, gönüllere şevk saçar.
Muhammed Mustafa, ol şah-ı enbiya,
Birlikte açtılar hakikat kapısın.
On İki İmam nuru gönlümüzde yanar,
Bir çocuk düştü önce
Ciğerlerinden sökülmüş nefes,
Ellerinde donmuş bir ekmek parçası,
Gözlerinde çürüyen bir deniz.
Sınır, bir jandarma kemendi
Bir nokta belirdi ezel evvelde,
Kün dedi Hâlık, âlem var oldu.
Harfler sırr oldu her bir kelâmda,
Manâ deryası gönülde doldu.
Yüzüm Hak yüzüdür, özüm Rahman'dır,
Gönül gözüyle bakıp gör Hakk'ı,
Zahiri Muhammed, batın Ali'dir.
Aşkın dolusunu içen can bilir,
Sırr-ı tevhid onda, sırrı Ali'dir.
Kırklar meydanında sema ederken,
Yerin kalbi durdu o gün,
Kömürleştiler gözbebeklerimiz.
Madencinin alnındaki ter,
Bir bakanın ayakkabısında leke oldu.
Yusuf'un tekmesi düştü yüreğimize,
Kirpiklerinde akşamın ilk rengi,
Bir söz düşse, dağılır mı o ahenk?
Sessizliğin atlasında bir ışıltı,
Zamanın unuttuğu, asil bir silüet.
Ellerin, unutulmuş bir şarkının notası,
Bir dere akardı gizlice içimde,
kaynağı belirsiz, sesi derinden.
Taşlara çarparak çoğalır,
kıyılarını yosunlu bir hüzünle okşardı.
Bazen coşkun bir sel olurdu ruhumda,
Bir gece Miraç'tan dönerken Muhammed,
Cebrail uzattı bu nurdan tacı:
"Al ya Resul! Bu Haydar'ın nasibi"
O kızıl tâç oldu Ali serpuşu.
Kırk pare yamadan dikildi cübbe,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!