Ben suya susamadım vahasız çöllerde,
Yakıp kavuran kumlarda,
Ben senin sevgine susadım,
Ben senin aşkına susadım,
Külhanlarda kavrulup yandım,
Elatmadım çöllerde
Baharın nefesi saçına toka,
Herbir kulağında bir güneş küpe,
Işıklar serilmiş ayaklarına
Körpe izlerini koklaya-öpe.
Rüzgarlar taşıyor şarkılarını,
Ucu zehirli bir ok gibi fırlatım sabrımı,
Çilelerimi çelikten bir yay gibi kullanarak,
Dağlardan,tepelerden, bulutlardan aşırarak
Mıhladım zamanın çengeline,
Gün olur, zamanın değerini ararken
Değip dokunur diye
Seni kardan bir genç kız yaratmış Yaratan,
Simden, sırmadan saçların,
Lekesiz kömürden gözlerin,
Burnun körpe tomurcuktan, ağzın gülden,
Bir ömür seni doyamadan sevmem için
Geriye bir şey kalmasın diye
Sevişelim böyle bütün bir ömür,
Saçımız birlikte bembeyaz olsun.
Gel bütün gücünle saklan kalbime,
Ayrılıklar bizi bulamaz olsun.
Dünyalar yıkılsa ayrılmayalım,
Malta ‘daki yol kavşağında olağanüstü bir kalabalık toplanmıştı. Bir cankurtaran, yol vermek için kenara çekilen arabaların yanlarından acı sinyaller vererek Edirnekapı ‘ya doğru gidiyordu. Akdeniz Caddesi ‘nin yokuşa ulaştığı noktada, kağıt gibi parçalanmış kırmızı bir folksvagen durmaktaydı. Meraklı kalabalığın az ötesinde bir çöp kamyonu vardı. Yerler kan gölü halindeydi. Saçları alnına dökülmüş, beli beyaz önlüklü bir pastacı garsonu, çevresini saranlara gururla bir şeyler anlatıyordu:
- Na şuradan çıktı, aşağıdan. Kamyon yanlış park etmişti: Köşe başına yakın durmuşmuş. Ya iki metre, ya üç. Sağa dönerken altına girdi. Ölmüşlerdi. İki erkek, iki kadın. Onlar da tüm içkiliymiş ama. Gece eğlenmişler, sabaha her şey tamam. Ben çağırdım cankurtaranı. Çabuk geldiler ama arabadakiler sallamadı: Ölmüşler.
İki genç gözlerini kan gölünden zorla ayırıp yürüdüler.
‘Ölen ölür, kalan sağlar anlatır.’
Fırını geçerlerken kadın başını çevirdi. Sıcak taze ekmeğin kokusu caddeyi tutuyordu. Delikanlı:
- Ekmek alayım mı, Minicik?
- Yemeğini ye de yat biraz, Kubi. Uykusuzsun. Rengin mosmor. Sonra sınavda şeşi beş görürsün. Yat biraz. Daha saat ondörde dünyalar var. Ben seni uyandırırım.
- Ya sen?
- Sen gidince ben yatarım, meraklanma. Kadınlar nasıl olsa kendini kayırır.
Genç kadın, zaten çok dar olan salonun yarısından azını, ipten kornişe asılı temiz bir basma perdeyle ayırmış, perdenin arkasını mutfak haline sokmuştu. Eliyle bu perdeyi toplayarak yana açtı. Plastik bir çay tabağına cam bir kavanozun dibindeki son zeytinlerin tamamını döktü. Bir naylonun içinde sarılı duran ucu-kulağı kopmuş ekmek parçasını çıkardı. Hepsini, plastik bir tepsiye özenle yerleştirdi. Cam bir bardak alarak tuvaletle lavabonun birlikte bulunduğu küçük bölmeye girdi. Lavabo musluğunu sonuna kadar açıp suyu soğutmak için bir süre bekledi. Sonra musluğu sıkıştırıp bardağı su altında gıcırdatarak yıkadı, berrak bir suyla doldurarak çıktı. Hazırladıklarını, bir takım notlara göz gezdirmekte olan eşinin oturduğu masaya koydu:
- Ha ‘di Kubi. Ye ve derhal yat.
- Sen de otur, Minicik.
4
‘Arabamda gıcıldayan mazım var,
Bu serçenin lenger kadar ağzı var.’
Hacı Hanife Hanım Teyze:
- Su gibi ömrün uzun olsun kızım. Dedi. Berhudar ol.
İkinci Bölüm
1
‘Lerdüvan dayadım alma dalına,
Almaları yumruk yumruk daş gibi.’
Tren keskin bir düdük çalarak küçük bir istasyona giriyordu.
7
‘Kadı olsam mahkemede duramam,
Müftü olsam maslahatı bulamam.’
Delikanlı avuçlarında duran seksen liraya baktı.
Yazılmasına çizilmesine nice yıllar ömür tüketilen, okutulup öğretilmesiyle, üniversitelerde, nice yıllar büyük adamlar yetiştirilen şu sekiz-on bilim eserinin gerçek değeri bu seksen lira mıydı?
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!