‘Mum dibine ışık vermez.’ Demişler,
doğruyu söylemişler.
El-aleme neler yaptığını bilemem, anam-babam, bilemem
ama bana bir tutam ışık bile vermedin,
geceye çevirdin körpecik sabahlarımı,
bir sen aydınlatasın diye
Ardından yıllarca döktüm gözyaşı,
Gel artık sevgilim, kaçman hoş değil.
Kuşlarla süslenmiş pınarın başı,
Tek bir ağaç dalı, tek taş boş değil.
Eğil de sularda oyna yalakta,
Kaderimden şikayetçiyim, Tanrı ‘m;
Çifte su verilmiş kılıçla kesti başımı,
Yüreğime paslı mızrak sapladı Golyat gibi,
Ateşinde yaktı beni elkızının, Nabukadnazar misali,
Süleymanvari tahtımı-tacımı çekip aldı elimden,
Yüreğimi Davud gibi yumruğuyla dövdü demir yerine,
Şimdi biliyorum;
Kays ‘ın neden mecnunlara dönüp çöllere düştüğünü,
Neden Leyla ‘ya benzetemediğini, görünce Leyla ‘sını,
Biliyorum Kerem ‘in neler çektiğini,
Neden yanıp kül olduğunu kendi ateşiyle,
Neden dünyadan el-etek çekip canından usandığını,
Sen sırdan ne anlarsın,
Sırrı bilsen ağlarsın,
Şaşalar duralarsın
Aklın biraz tırmansa.
Sanırsın lafazanlık,
Yağmurlar altında bükmüş boynumu,
Ellerim, saçlarım sular içinde.
Yıkadım sularda kötü huyumu,
Tek işim kalmadı huylar içinde.
Dilim temizlendi rendelenerek,
Tavuklar şoför olsa yolcular gıdaklardı,
Vites beşe girdimi tamamı yumurtlardı,
Egsoz duman yerine hep yumurta atardı,
Şükür ki şoförlüğe tavuklar imrenmemiş,
Bir berber bir berbere bre berber gel demiş.
Sen henüz kıl kadarsın,
Değme nura; yanarsın,
Genç yaşında bunarsın;
Kandil değil bu nurlar.
Kal eşiğin dibinde,
Böyle mi gelecektin sonbaharım?
Zavallı yaşlılığım;
Geleceğini bildiğim fakat beklemediğim.
Uzak dağların ardında kaldığı sanılan,
Dışlandıkça dışlanan.
İlkbahar dalları altında koşulurken,
Erenler, sırlara imreniyorsan;
Bir yırtık gömleğe gir de sonra gel.
Çöllerde ayağa güveniyorsan;
Çarığı ellere ver de sonra gel.
Sırrın kervanında sultan kul gibi,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!