Bir zaman sultandım. Sayısını bilmezdim
haremimdeki kadınların, ne ki en çirkinini sevdim içlerinden.
Değil mi ki şarkı söylerdi bana, doldururdu kadehimi
ve silerdi gözyaşlarımı, ölüm fermanı verdiğim zamanlar.
[”Kasım Ayında Elin Titreyişi”nden]
Böylelikle, bir geceden ötekine,
Şili topraklarına çökmüş karanlıkla
birlik bu uzun saatte,
dolandım kapıdan kapıya sığınmacı olarak.
Öteki alçakgönüllü evler bütün Anayurttaki
her bir saban izindeki eller
Deldim geçtim o kabuğu
sanki binlerce kez vuruldu bana o Antartik darbe:
atın ensesini duyumsadım uyumak için
altında soğuk taşın Güney'in gecesinde,
duyumsadım titreyişini o daracık hendekte,
en altında süzgeç deliğinin o yapraksız dağda,
Eğer gerçekse beyaz
ışık su lambadan, gerçektir
yazan el, gerçek mi
yazdığıma bakan gözler?
Bir sözcükten ötekine
'Kırılmış bir dal gibi gelir içerdeki adama'
Kitap okuyordu ağacın altında.
Bir ipek böceği kozasını dokuyordu
Kırık bir dalın üstünde.
Kahvaltı
Koydu kahveyi
Fincana
Koydu sütü
Kahve fincanına
Her zaman işittiğim bir makinalı tüfek,
tam da yukarda merdiven sahanlığında mevzili,
Kendi ölçümlerinden ve bulgularından
korkmuş bir saat gibi
başlıyor titremeye ansızın.
Korkuyor muyum? Hayır. Dinliyorum sadece.
Soğuk hızlı eller
çeker geri teker teker
karanlığın sargılarını
açarım gözlerimi
hâlâ
yaşıyorum
Duydum gençlerin sevda nağmelerini
Parıldarken kürekler aşkla meşkle
Ve bozkır çimlerinin iç çekişlerini:
Asla, dönüş yok geri!
Ah yürekler, inleyen çimler,
Ölüyüm şimdi ben. 'Maria Elena'danım ben.
Bütün ömrümü bozkırda geçirdim ben.
Kanımızı Kuzey Amerikan Şirketi'ne verdik,
önce anam babam, sonra erkek kardeşlerim.
Grev falan olmadan, neden filan yokken
gelip sardılar etrafımızı.
Edebiyatın böylesine ayaklara düşürüldüğü
ülkeme damla damla uzaklardan gönderdiğiniz çeviriler
biz şiir severlere gürül gürül akan ırmaklar oluyor.
Sonsuz teşekkürler,sevgi ve saygılarımla