Değil mi ki vadinin ve kuraklığın ardında,
ırmağın ve sararmış yaprakların ardında,
tarla ve hasat için pusuda
bekliyor toprak hırsızı.
Bak bu çınlayan menekşe renkli ağaca,
Nasıl barındırabilirim
mavi suyu, kahverengi toprağı
yelken açıp gitmeyi
aşıp gitmeyi boydan boya?
Rüzgârdaki kuşlar
durdurur beni,
Sonsuzca sallıyor deniz
binlerce dalgayı.
Dinliyorum denizlerin sevdasını
ve sallıyorum bebeğimin beşiğini.
Geceleyin avarelik eden mısır
Yürüyordu kalabalığın arasında
Sebastó bulvarında
düşünerek bir şeyler.
Kırmızı ışık durdurdu O’nu.
Baktı yukarı:
üzerinde
XXXI
fakat sabahın seherinde şehir tümüyle başka olur
sabotajcının bitimsiz sevinci çınlar şölenin kulağında
parklar ve caddeler ve evler sarhoşlukla geçip gider
XXXII
ey caz müzikli ve çapulcu elli ve göğüs göğse aşklı
ve eter maskesi mırıltılı arzunun kasıncı
sen sakatların rakibi ölüm dansının küçük cümbüşü
Topraktan ve okyanuslardan, kentlerden,
gemilerden ve kitaplardan tanıyorsunuz öyküyü
orda geri çeviren ülkeden
evini arayan bir taş gibi
doldurdu zamanın derinliği
mavi bir taç-yaprağıyla.
Yıldızlardan kartal, sabah sisinden şarapdağı.
Kaybedilmiş kale, kör pala.
Yıldızla süslenmiş kemer, kutsal ekmek.
Kendisinin Tanrı olduğunu söyledi
'İyi ki geldin, dostum', diye haykırdım,
'Ölümümden önce seninle görüşmeyi
Hep ummuştum'.
Öldürdüm O'nu ve attım
Sayısız, adsız ülkelerin üstünden,
başka yörelerden avlayarak geldi rüzgâr,
yağmur tanrısal iplikler getirdi,
ve gebe adak-tanrıları
geri verdi hayatı ve çiçekleri.
Edebiyatın böylesine ayaklara düşürüldüğü
ülkeme damla damla uzaklardan gönderdiğiniz çeviriler
biz şiir severlere gürül gürül akan ırmaklar oluyor.
Sonsuz teşekkürler,sevgi ve saygılarımla