susmuş bir yanardağ
küllenmiş bir ateş
akmayan bir ırmak
kokmayan bir gül gibi
söylesene
ne mecnunca yürüyüş bitti
ne leylaca adımlar kesildi bu çölde
her gün bir nevi yalvarışların çok başka türlüsüydü
bütün ahengimi kaybedip kaç kere uçurumlarına düştüğüm
bilir misin ölümün simsiyah olduğunu
siyah bir sayfada daha da siyah bir mürekkeple yazıldığını
nicedir içimin içinde bir yerde akar bir şeyler
ömrümün yatağında
sessizce çağıldayan berrak dere gibi
bu sesin çağırdığı yatakta
Kalbinin doruklarından umutlarıma bir teselli gönder
Darmadağın zamanlarım şimdi sevgine muhtaç
Haykırır sinemin her zerresi sana ihtiyacını
Yangınlara dönüşür yalnızlığıma düşen ateş
Cennetteki köşkünden melek ol gel imdadıma
Dua serinliğinde uyut beni kollarında anne
bir insanın çığlığı her insanın dudağına borçtur
bir insanın düşüşü diğerlerinin ayağının ucunda uçurumdur
bir insanın yarası tüm insanların tenini çiziktir
bir ışık düşer gök dergahından derviş yüreğine
şuursuz yangınlar bekler evvelce zamanlarda
ay ucu değsin diye tinsel yaranın can merkezine
ah olup arşa yükselsin diye ruhun serzenişi
yerle gök arasında kızılca şafak uykusuz
benim yağmurlarım kırmızı yağar bazen
tükenip toz olacak ,yitip gidecek ,eskiyip eksilecek
uzanmış sanki elma çiçeklerinin gölgesinde
çölün göğsünde vuruşarak koşan kum taneleri adedince
yusufça lirik bir aşk oluvermiş
ay gibi
arza bağlı semaya asılı nebi
önce lal
dünyanın gürültüsünden el etek çekmiş
keskin bir suskunluk
yeryüzünün ateşli telaşlarını kesen
Şüphesiz sen kendisiyle aydınlanılan
Nurun ala nursun
Seyyidü’l-Evvabin
Tövbe edenlerin efendisi sensin
Senin üzerine günahın zerresi bile sıçramadı
Zaman, parmaklarımızdan kum gibi süzülürken,
yüreğimizde biriken anıların nostaljik nakışlarıyla can bulur.
Zaman, bir gölge gibi kayıp giden bir şey midir sahiden?
Yoksa köy yollarında bıraktığımız o küçük ayak izlerinde,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!