Paslı bir kerpeten burkuyor İzmir’i
kıvranıyor körfez,
kıvranıyor mor dağlar,
ayakları çamura batmış martılar tedirgindir
ve ben ürkek yosunlar içinde yol ararım kendime.
İzmir’de ağustostur
ellerime incir sütü bulaşır.
Gökyüzünde bulut, denizde bulut,
denizde dağlar, dağlarda deniz.
Dostunu yitirmiş insanın öyküsü acımasızdır,
sahile vurmuş cesedin yalnızlığı vardır onda,
bulutlar da yalnızdır ama martılar tutar ellerinden.
Sabaha dair çok şiirler okudum,
ellerim ıslandı, saçlarım tuzlandı alaca dizelerden,
Buzlu bahçe, taş kesilmiş yapraklar,
vurgun yemiş vücut,
sağnakta inleyen sevda, ay’ını kaybetmiş gece,
tutunun kollarıma ve sarılın sevgime,
aşkın ruhunu yaşatmalıyız,
yoksa kim kurtarır bu aşkı,
Arka sokaklarda sessizlik saldırıyor ömrüme.
Bir evin önünde, bir kanepede tutsaktır zaman,
çünkü zaman aşıktır duvarlara,
burada öksüz kalır sokaklar, zaman sıyrılırsa duvarlardan.
Kapılar sokakları yorgun anılarla
Beni korkutuyor
karanlığı yoklayan ellerin.
Güvercinler uçuşur,
çiçekler paydos eder,
sen karanlığı yokluyorsun.
Ellerimi boşlukla avuttular
ve sisli bir ormanın penceresinde
bıraktılar beni.
Demir yorgunluğuyla övünür,
güvertesinde ağlanan bir geminin.
Bazen kapıyı aralar bir yalnızlık
gelişinle şenlenir günlerim
kulaklarım uğuldamaz
sen rıhtımında
bereketlenir kimsesiz saatlerim
sonra şunu anlarım
Gültepe’ye kurşun yağdı,
kanımız sıkıştı günler arasına,
intikam hırsıyla coştu karanlıklar,
affetmedi hiç kimseyi,
celladın zulüm kokan naraları.
Bilirim bitmez senin,
Turuncu sevdaların.
Kucağında büyüttüğün
Uygarlıklar,
Mavi sütüne muhtaç.
Güneş sende güneştir,
selam hüdayi abi benim koray sana ulasamadim selam olsun gönullerinize