Sabahattin Ali nin Kuyucaklı Yusuf romanı, yayınlandığı tarih olan 1937 den bu yana güncelliğini hiç kaybetmemiş ve Türk roman tarihinde bir kilometre taşı olmuştur.
Bu yıl, yani 2007 de Kuyucaklı Yusuf un yayınlanışının 70. yılına ulaştik. Bu 70 yıl içinde kaç kitap unutuldu ve tarihe karıştı, ama Kuyucaklı Yusuf un okuru hiç eksik olmadı.
TRT, Kuyucaklı Yusuf’un filmini zaman zaman gösteriyor ve ben bu filmi, sanki ilk kez izliyormuşum gibi, bir kez daha izliyorum. Bazan da kalkıp, kitaplığımdan Kuyucaklı Yusuf’u çıkarıyorum ve Kuyucak’tan, Edremit’e uzanan bu serüvenin bazı sayfalarını okuyorum.
Sıcaklarda gezerdim,
sarı taşlı dik yollarda.
Kale’ye çıkardım,
öykü dolu sokaklardan
ve
İzmir’de yokuşlar vardı.
Yağmur düşmeden
ağaçlar ıslanırdı bu yokuşlarda.
Belki gözyaşıydı, martıların taşıdığı,
belki terli vücutlardı ağaçlara yaslanan.
Oyalama beni sevda,
sıyrıl saçlarımdan,
güneşimi rahat bırak.
Ben kimseye kuyu kazmam,
kendime de kazdırmam
Rıhtımda tozlarından kurtulur hayat,
gururlu kuş bağırtıları gerilmiş yüzlerde yankılanırken,
tuzlu su acı gülümseyişlerle kollarını kaldırır
ve kim ki bir hicran içindeyken söz vermişti vuslata
ona nasip olur gökyüzünün altında martılara dokunmak.
Meydana savrulmuş kelimelerimden
kimse hatırlamıyor beni,
irkilmiş bir zamanın izleriyle geziyorum
kimse oralı olmuyor,
neden ve kimin için
bir kedi gölgesi sarkar sokağa,
Bir tehlikeydi
şehrin karanlığında
yağmurun sizi tanımaması,
malumat vermeden
gözden yitmesi şafağın
ve öğle vaktinin
Arkadaşım dağların,
özlem rüzgarlarıdır,
yüzüme vuran.
Ki o dağlar,
yürürler yeşil, mavi,
Nejat Altıok’a
Önce bir kayık dedin,
körfezin sularında sallanan,
sonra bir ev,
selam hüdayi abi benim koray sana ulasamadim selam olsun gönullerinize