Elmas nerede, diye sordu,
her seferinde, içindeki yangınla.
Cevap hep aynıydı:
Elmas aha gitti.
Rüzgâr geldi ilkin
tuzun ucuna ilişmiş bir anı gibi
savruldu,
mavi bir sırda kayboldu gövdem.
Palmiyelerin sustuğu yerde
dalgalar
Bir zamanlar,
gökyüzü bir parmak ucu kadar yakınken,
bütün düşler elleriyle sarılırdı.
Ama yavaşça,
güneşin altındaki o derin çukur,
Bir fotoğraf var duvarda,
çerçevesi eğik,
renkleri zamanın topraklarında kaybolmuş,
kahkahalar hâlâ taze.
Hastane yatağında,
Gözler, bilinçaltına açılan bir kapı,
Bir nehir, derinliklerde yiter,
Her bakış, kırık bir yıldızın yankısı,
Masallar, sırlarla usulca silinir.
Bir dokunuş, gökyüzü kadar yakın,
Gözlerini sevmezmişsin, öyle dediler.
"Çekik çekik, neyine yetmemiş dünya?"
O an içimde bir şey çatladı,
sessiz değil, düpedüz gürültüyle.
Küçücük bir kızdım,
sadece hastayken,
bazen yılda bir,
bazen iki yıl beklerdim.
Annem gelmezdi, ben giderdim,
gözlerimle bir başka dünyaya.
Onlar gittikten sonra,
adına yeni yollar inşa edilir,
ama kokuları yoktur,
izleri silinmiştir!
İnsanlık dedikçe taşlanır eller,
Fidanların yaraları büyür,
umutları kırılırken,
Eğreti aşk şiirlerini diline dolayıp,
takvimi geride bırakanların,
fidanlarını ihmal edip,
Sığındıkları heveslerle,
Anılarım yankı yapardı buralarda,
güneşsiz günlerin bıraktığı iz gibi.
Ama şimdi, saklı bir cennet,
Yeşilin ve mavinin kucakladığı.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!