Dikenli rüzgârlar,
Kan içinde koymuş dünyanı,
Evlerin,mesleklerin,
Kaderlerin birleştiği mahallelerde…
Kim bilir kim?
Belki tebdil-i kıyafet etmiş bir âşık,
Mıknatıs gibi çekti gök,eriyen kar sularını,
Doldurdu,yıldızlarla kaynaşan dipsiz sepetine…
Kuvvetle sıkınca,beyaz süngerden bulutlarını,
Çağladı,çağladı…Doğa böyle ağlar sevinince…
Son yağmur,arkadaş seçmişsin kendine rüzgârı,
Yeşil dalgaların,
Uğultularında boğulduğun an,
Bir başına…
Çentikler açtığın gibi,
Ağaçların yaralı benizlerine;
İz bırakmış ulu isim,
Çok zengin bir ailenin evinde,
Bir köpek yaşarmış alımlı mı alımlı…
Besiliymiş,tüyleri parlarmış üstüne,
Gün ışığı vurduğunda…
Pek dışarı çıkmazmış bu köpek,
Ne soğukta,ne sıcakta…
Başındaki,
Şeker dolu tepsi,
Karnı ağulu yılana döndü,
Kıvrım kıvrım,yuvarlak,
Üstüne çöreklenen…
Düğün türküleri,
Dost kazığı kadar can yakmaz,
Gövdeye inen balyozlar...
Yetmiş kat zinciri kırar,
Bel bağladığın dağa,düşen karlar...
Yılandan döşek yapsan,
Çiyandan yorgan;
Çok küçük yaşlarda ideallerini,
Yapraktan bir gemi yapıp,attın suya…
O gemi bir gün engin okyanuslarda,
Serpilmiş cüssesiyle çıktı karşına…
Sen yaptığına pişman,o sana küskün,
Demirin kızdırıldığı,
Ateş misâli,
Al renkli fistanlar sarılsın,
Bedenlere…
Kamçılar şaklayıp sırtlarında,
Gökbürüler oynansın,
Eeee…ne demişler?
İş bilenin,
Kılıç kuşananın…
Şimdilerde bu sözü,
Ters yüz etmişler…
İş bilmeyenin,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!