Ellerinde çiçekle dolaşan ya da iş yerlerine çiçek gelen kadınlar... Görenlerin gıpta ettiği... ‘Ah ne kadar şanslı’ dediği... Öyle bir romantik eşe ya da sevgiliye sahip olduğu için imrendiği... Onların yerinde olmak istediği...
Acaba işin gerçek yüzü gerçekten öyle mi? Eşlerine ya da sevgililerine çiçek alan, çiçek yollayan erkeklerin hepsi gerçekten romantik mi? Hepsi sadece sevgilerini dile getirmek için mi çiçeğe yöneliyorlar?
Günlerdir yoktum biliyorum... Yalnızlığıma kavuşup, yalnızlığıma sığınıp kalabalığa katıyordum kendimi... En güzelini yaşıyordum yalnızlığın... Varlığımı kalabalığın çoğulluğuna katıp tekilliğimi çoğaltıyordum... Tekilliğimi çoğaltırken içimdeki çoğulluktan arınıyordum... Sonra yine o çoğullukla tümleniyordum...
Ne demişler ‘Kendini bulmanın en kolay, en etkili yolu kendinden kaçmaktır! ’. Böyle mi demişler? Kim demiş? Laf aramızda ben dedim sanırım, yine özene bezene bir cümle, bir anlam kattım hayat diline, hayatımın diline... Yine bir felsefe yarattım kendimce... Kendimi aşarak... Kendimden taşarak...
Peki niye? Nedir bu cümlenin altındaki anlam? Kendimden kaçmak... Kendimi bulmak... Kendimden çıkıp kendime dışarıdan bakmak... Kendi içimde cevaplarını bulamadığım sorgulamalarımı dışarıdan üçüncü bir göz olarak görmek, cevaplamak... Kendi savunma mekanizmalarımı yıkmak... Kendi duvarlarımı yine kendim yıkmak... Subejktifliğimden arınarak objektifliğimi yakalamak...
Gecesini güne taşımıştı bu kez... Uykusuzluğunun getirisi bir yorgunluk vardı üzerinde, ağır bir yük gibi taşıdığı... Gözleri gecenin karanlığından sıyrılamıyordu bir türlü, yeni güne çiseleyerek açılması bundan olsa gerekti... Gözleri çiseliyordu geceden kalma o kopkoyu siyahın damlalarıyla... Gözleri aydınlığa ulaşacak ışığın hasretiyle yanmaktaydı... Gözleri buram buram düşünce kokuyordu... Hani onu o yapan düşünceler... Hani onu ondan koparan, sonra yine onu onunla bütünleyen düşünceler... Evet, anladığınız üzere yine düşünce yorgunu, yine düşünce sarhoşuydu tüm benliği... Düşünceler... Hem ebedi dostu, hem de ezeli düşmanı...
Bu kez hayatı sorguluyordu... Hayatını, hayattan getirisi olan kazanımlarını ve hayat yolunda verdiklerini yani kaybedişlerini... Maddi manevi hayat kumarını... Sorgulamaları yine yargılamaya dönüşüyordu ister istemez... İçinde kurduğu mahkemenin hem hakimi, hem savcısı, hem de sanığı olması ne kadar zordu... Kafası karıştı... Duraksadı... Öncelikle iddianamesini mi hazırlamalıydı yoksa savunmasını mı, bilemedi... Hakimliğini bir süreliğine rafa kaldırdı... Önce temeline inmeliydi ruhunun... Yaşanmışlıklarının temeline... Düşündü... Daha derin düşündü... Temel... Neydi? Ne zaman, nerde, nasıl oluşmuştu bu temel? Evet sorgulamaları başlıyordu sonunda... Sorgulayacaktı ki savunabilsin, savuncaktı ki yargılama en adil yoluyla gerçekleşsin... Duruşma başladı....
Sanık ayağa kalktı... İçindeki sanık tüm dürüstlüğüyle karşısındaydı işte... Söz sanığın... Sanık tümdengelim bir yaklaşımla girdi söze.... Sonrasında detaylara inecekti anlaşılan... Perde açıldı, şu an soğuk mahkeme duvarlarında yankılanan sözler çınlıyordu benliğinde...
Alfabeyle çıktık yola
Hece hece döktük dile
Kalem kağıt her bir ele
Kitap düşer her gönüle
Yazıp çizdik her bir yerde
Hissedilesi Duygulanımlar
Sevgi
Yaradana, yaradılan herşeye
Anaya, babaya, tüm aileye
Karıya, kocaya, sevgililere
Elektronik diyaframların akustiğinde
Nefessiz yüreklerden pes sesler
Dijital gözlerin merceklerinde
Flu bakışlar, çarpık enstantaneler
Kendini, ruhunu, benliğini, hayata dair beklentilerini, hayattan aldıklarını ve hayata katabildiklerini sorguluyordu bu kez...En çok da hayattan yansıyanları ve hayata yansıtabildiklerini...Üç başlıkla özetleniyordu tüm bunlar...O üç başlığın engin anlamlar denizinde kavramlaşıyorlardı özünde...Okuma...Yazma...Konuşma....
Okuma...Hayata dair ne varsa okuma...Bazen kitap sayfalarında, bazen insanların yüzlerinde, bazense doğaya özgü her güzellikte...Taşta, toprakta, suda...Tüm canlı ve cansız varlıklarda...Yansıyan herşeyde...Yansıyışı okuma...Bazen gözle, bazen zihinle, bazense yürekle okuma...Aslında hepsiyle okuma...Çünkü hissetme, benliğine taşıma...Kendinde kılma, zamanla özümseyip kendi kılma...Okuma, onun hayatının ve benliğinin temelini oluşturuyordu, sonrasında yazma ve konuşma olarak çıktısını alacağı verileri oluyordu hayattan aldığı...Ona yansıyanlar oluyordu sonrasında yansıtacağı...
Yazma ile konuşma...Keşmekeşinde kayboldukları...Kararsızlığın amansız sürüncemesinde yitip gittiği...Sözler ve sözcükler arasında sıkışıp kaldığı...Diliyle ellerinin ezeli savaşı...Okuyup özümsediklerini dışarıya yansıtışındaki birbiriyle bir bütün ama bir o kadar da uzak iki kavram...İç içe ama kopuk...Birbirinin devamı ama önceliklerinde belirsizlik taşıyan...
Flaş flaş flaş... G- String olayının getirisi g-gündemimizden sonra hızını alamayanlar şimdi de kapalı kadınların özel hayatlarının daha da derinine iniyorlar! Evlenmek, evlenememek, bekareti mezara taşımak anabaşlıklı bir tartışma akımıyla kapalı kişilerin iç dünyasına giriliyor! Ve hayatları tüm çıplaklığıyla, detaylarıyla gözler önüne seriliyor!
Aslında bir yerde iyi ve olumlu; bir yerde ise kötü ve olumsuz bir gündem bu... İyi ve olumlu? Çünkü tüm hümanist soft-ideal feministik duygu ve düşüncelere hitap eden, herkesin kendini anlatabilmesi, ifade edebilmesi ve özgüvenli bir şekilde kendini yansıtabilmesi için büyük bir gelişme. Bilinmeyeni, hep saklananı, tabular- yasaklar altında gizleneni dışa vurmak aslında kadın ve insan haklarının, düşünce ve ifade özgürlüğünün olması gereken bir getirisi. Ancak! ! ! Aynı zamanda kötü ve de olumsuz. Neden mi? Çünkü bu paylaşımlar, bu itiraflar, bu ifadeler, ve bunların getirisi bu tartışmalar düzeyli ve yapıcı olacağı yerde yine düzeysiz ve yıkıcı bir şekilde yapılıyor! Düşünce ve ifade özgürlüğü derken, kadın ve insan haklarını savunurken yine sadece tek bir kesimin duygu, düşünce, inanç ve yaşayışları üzerinde durulup, yine o kesim ya uç noktada pohpohlanarak savunuluyor, ya da uç noktada yıpratılarak eleştiriliyor! Kutuplaşmalar ve gruplaşmalar artıyor! Hümanist ve demokratik yapıcı bir tartışmadan çıkıp, insan ve kadın haklarını ihlale giriyor! Yine insanlık ve kadınlık kullanılıyor!
Ters açı düşen gölgeler
Labirent gibi uzanırken önünde
Sevgi kobayı varlığıyla
Bilinmezin koynunda
Umulmazın sabrında
Silahlarını kuşanıyor savaşçı
Bu daracık koridorun acılı yankılamalarında mahsur kalmak ne kadar acı...İçim içime sığmıyorken; yüreğime bir boy büyük heyecanlar ve korkular sinmişken elim kolum bağlı durmak ne acı....
İşte bir çığlık daha...Kulaklarımdan ruhuma dağılan feryatlardan bir tanesi daha....Umutlu bir can yakış...Korkularla iç içe...Acaba neler oluyor içeride...İçeride? Hani beni dışında tuttukları o en girilesi, en kaçılası yerde...Kalbim orada çarparken burada, yani dışarda yaşamamı nasıl beklerler ki benden? Niye almıyorlar beni içeriye? Niye bu coşkun heyecanımdan çekiniyorlar? Az önce birkaç kere kapıyı zorlamıştım içeriye girebilmek için...Acaba ondan mı? Ama tutamamıştım kendimi...Çığlık çığlığa yükselen yankılar beni kapıya sürüklemişti ister istemez...Ah aşkım...Canım karım...Çok mu acı çekiyorsun içerde?
Çığlıklar artmaya başladı...Sanırım o geliyor...Artık geliyor...Aylardır süren bekleyişimiz sona eriyor...Kızım geliyor....Canımdan öte can olanım geliyor...İnanamıyorum hala...Nerden nereye? Çok değil daha bir kaç yıl önceydi tüm hevesimle, aşkımla ve korkularımla evliliğe adım atışım...Kendi bencilliğimi ve özgürlüğümü sınırlayıp hayatımı aşkımla birleştirişim...Tam anlamıyla erkek oluşum tüm sorumluluklarımla ve sevgimle....Şimdi ise hayata ve erkekliğe dair en kutsal anı yaşıyorum...Baba oluyorum...
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!