Yanlışlığın eşiğinde
Boyun eğmişlik kaderim değil
Ucuz kahramanlık belki bu
Ama yine de yaşanmalı
Yaşadım diyebilmek için yaşanmalı
İçimde kalmamalı bu sefer
Korkuyorum
Bir Ağustos gününün ayazında
Üşüdün mü hiç?
Gündüzün karanlığı,
Sarmaladı mı hiç benliğini?
Sevgi hiç acı verdi mi
Gurbet gecelerinde tanıdım,
Işıl ışıl yanan kor gözlerini
Yüreğin yüreğime gurbet gecelerinde düştü...
Gurbet yollarına inat sevdaya boyandı gecelerim
Karanlıkların güne doğuşunu omuzunda izledim her gece
Her gece sesinle serpildi umutlarım,kökleşti gün geçtikçe
Coşkulu kalabalığa karıştı gözleri... Korku dolu bakışlarla hepsinin yüzlerinde gezindi... Acaba biliyorlar mıydı gerçeğini? Korkulu utancını görüyorlar mıydı bakışlarında? Sanmıyordu... Öyle olsaydı böylesine kutlarlar mıydı onlara göre en güzel, ona göre ise en acı ikinci günü? Bugün düğünüydü onun... Dünya evine girişiydi... Onun için ikinci kez ölümüydü... Belki de son kez...
Kocası olacak olan adamla göz göze geldi... Aile dostlarının oğlu, çevre köylerden...Daha önce çocukluklarında birkaç kez görüşmüşlerdi... O adını bile anmaktan korktuğu, utandığı günden çok önce... Henüz çocuksu sevinçler ve umutlar dünyasındayken... Zaten sonrasında erkeklerle ve hatta erkek çocuklarla hiç bir araya gelmemişti, gelememişti ki... Hepsinden kaçmıştı...Çünkü hepsinden korkmuştu... İşte şu an karşısında duran bu adam onun son çocukluk arkadaşıydı... Çocukluğunu bir bıçak gibi kesen, onu derinden yaralayan o olaydan önceki zamanlardan kalan...
Adam nasıl da mutlu, nasıl da heyecanlıydı halay çekerken... Evleneceği kızın yıllar önceki kız olduğu düşüncesindeydi belli... Kendisi gibi muhafazakar bir aileden gelmiş, namus timsali bir kız... Yıllarca hep hayalini kurduğu, evlenmek istediği gibi bir kız...Adamın bakışlarında bu gururlu sevinci okuyordu...Bu bakış altında eziliyordu...Korkuları daha da artıyordu... Birkaç saat sonra başına geleceklerden korkuyordu... Gerdek kabusu sarmıştı derinden... Hem de diğer kızlardan çok farklı sebeplerle... Çünkü beyaz gelinliğe çevrili kırmızı kuşağı kan kokuyordu, acı taşıyordu geçmişinden... Kirli, kanlı bir beyaza bürünmüştü tüm çocukluk hayalleri....
Neden anlamazlar ki, şiir yürek işidir
Tarzı hiç farketmeden, yazan şair kişidir
Şiire gönül veren, hep duyarlı kişidir
Bunu inkar edenler, hala şairim derler
Serbest ile heceyi neden ayrı tutarlar
Sabah mahmurluğunda hayata karşı uyanmaya çalışırken uzaklardan, umutlarını yüklediği, hasretlerini bezediği diyarlardan bir dost selamı geldi sanal ortama inat bir sıcaklıkta... 12 yıllık dostluktan yansıyan bu sıcaklığı bir anda ruhsal titremeye, duygusal kıvranmaya bürüyen ise dostunun onunla paylaştığı şarkı oldu...
Nilüfer’den... İnkar etme...
Şarkıyı açıp dinlediğinde ilk düşündüğü, ilk hissettiği şey aşksızlığa mahkum kalışıydı... Aşkı özlediğiyle yüzleşti önce... Sonrasında aşka dair korkularıyla... ‘Aşkta gözüm yok, hatta istemiyorum, zaten aşka gücüm ve inancım yok! Ama bari az da olsa birinden hoşlanabilseydim’ diye mırıldandı, derinliklerinde haykırarak... Aşka dair hasretiyle, aşka dair korkulu güvensizliklerinin oluşturduğu ritmik senfonin hüzünlü ezgisi çınlıyordu yine ruhunda... Unutmaya çalıştığı geçmişi, yaşayamadığı bugünü ve gözlerini belirsizliğe diken geleceği nota nota çınlıyordu işte yine...
Gecenin koyu karasına dalıyordu kırmızılı genç kadının gözleri, gecenin karasında kayboluyordu... Bir isim bulmaya çalışıyordu hayata dair yaşadıklarına... Bir ad koymaya çalışıyordu karşısındaki savaşçı genç adama... Aylardır koyamadığı, belki de koymaktan çekindiği bir ad...
Sesinin sesine değmesiyle sesinde kaybolmaktan korkarak çıkmıyordu telefonlara... Yine yazının ardına sığınıyordu, yine yazıya döküyordu kimliği belirsiz duygularını, paylaşmaya çekindiği korkularını, dizginleyemediği mantığını... Ruhu ve duygularının mantığıyla savaşındaydı yine... Yine kendinden kaçıştaydı, hayattan kaçıştaydı, savaşçı genç adamdan kaçıştaydı...
Yine kendi kararsızlığının girdabında boğulmakta ve boğmaktaydı... Yine gelgitleriyle sürüncemelere akıtmaktaydı bu adsızlığı... Sözleri git derken kal demekteydi gözleri... Kimliği belirsiz duygularıyla çağırırken mantığıyla kovmaktaydı savaşçı genç adamı...
Geleceğe yüklenen umutların yansıması...
Yıktılar mı umutlarını?
Beyaza düşen ağıtların yankısı...
Yaktılar mı en kara ağıtlarını?
Özledim...
Yazmayı mı seni mi?
Sanırım sana yazmayı
Yazdıkça çoğalıyorum
Yazdıkça azalıyorum
Sana yaklaşıp
Sevgimi sana yüklemeye
Çalıştığım gecelerde
Farkettim...
Sen,
Zaten sevgimdeydin
Sevgim,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!