Bakışlarımdan geçer dolu dizgin
Tufandan beri yaşanmışlıkları alemin
Tozlu bir kitaplığın raflarında
Tibet tapınaklarının çan sesleri
Ve de rahiplerin trans halleri
Görmedim ömrümde, sevgiden vefa
Ben ağlarken sen, sürdün hep sefa
Ömrümün yazgısı, çekmekmiş cefa
Kalemi kırıp da, gitti sözlerin...
Kaderin önünde, başım eğildi
isimsiz bir coğrafyanın
terkedilmiş ülkesinde
neva makamında çalarken sazlar
kaldırımlar yankılanıyordu
ayak izlerimde...
yazık!
Bir gelin tanıdım
Henüz çiçeği burnunda
Koklanmamış bir gonca idi gül-i zârda
Mahzunca salınırken hazan yeli
Bakışları hülyalı geceler misali...
Bilmezsin nasıl da çatal dilliydi, ayrılık denen yılan
Bitmeyen bir tıslamanın aralığında çaresiz
Ellerim böğrümde kalakalmıştım öylece
Üzüm şırasından mı yapılmıştı pekmez denen şey
Yoksa bağ bozumu hayallerinde gezinen koruktan mı
Kolluk seslerine karışan akşamların zift karasında
Neden ben de herkes gibi aşık olamıyorum
Aşkı böylesine dolu dizgin yazıp
Böylesine yalın anlatırken...
Aşk kadını diyorlar
Oysa bilseler içimin çaresizliğini
Bulutlanan bakışlarımdan
Gecemin bir adı olmalıydı
Siyahı çalıp giden bir hırsız gibi
Ufkumdan doğmalıydın
Mızıka-i Humayun eşliğinde...
Yetmiş pare top atılmalıydı karşılamak için geleni
Fermanlar çıkarılmalı,
unuttuğun her yıl
her an
dalgaların tutuştuğu yerde konaklayan
çalınmış yıldızların aksidir
bil ki dalgalar tutulmaz
İçimdeki çocuk ağlıyor anne
Anne diye haykırıyor çığlık çığlığa
Anneeeeeee...
Ne olurdu, ne olurdu bir kez
Evladım deyip sarılsaydın
Bir kadın, çığlık çığlığa şarkı söylüyordu, baharın sona erdiği bozkırın kıyısında. Alaca atların çektiği bir arabanın, kırık dingilindeki kayış gibiydim. Ben bağladıkça sen çözüyordun, sen çözdükçe ben dağılıyordum. Yıldızlar dökülüyordu gecenin içine. Islık çalıyordu keskin bir rüzgâr ve yüreğimi acıtıyordu nedense, gözlerime doluşan kumlar.
Her akşam, birlikte yürüdüğümüz kaldırımları arşınlıyordum, yokluğunun zindanlarında. Ayak izlerine basarak yürüyordum ve ayaz sevmeleri tutup kaldırıyordum, tökezleyip düşerken. Viran evlerin küflü raflarına diziyordum inatla.
Her gece kara bir tren yaklaşıyordu ruhumun garına. Boş kompartımanlar ağırlıyordum içimde, senden habersiz. Eşkıya kılıklı bir makinist, habire kömür atıyordu sanırsın, canımın can kapısına, yanıyordum çaresiz. Dikenli çalılar döşüyordum ömrümün ortasına, sensizliğe inat edercesine.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!