Çizgili Mavi Şiirleri - Şair Çizgili Mavi

Çizgili Mavi

Pek akıllı sayılmazken çekilmez olan şeyler, delirince hiç çekilmez bence. Keşke akıllı olabilseydik. Aklı başında, dört başı mamur...
Ben küçükken bi bunu anlamazdım, bir de "iki yakası bir araya gelmez" deyimini. İki yakası bir araya gelmezi öyle böyle çözdüm de bu mamur'a hala mesafeliyim. Kullanıyor olmam, söylüyor olmam arayı düzelttiğimiz anlamına çıkmaz. Hala anlamıyorum. Tahmin ediyorum, hakkında düşünüyorum, fikirler üretiyorum ama hala tam anlamış değilim. Sanki böyle "oh mis" anlamında bir şey. Güllük gülistanlık gibidir heralde. Bilmiyorum. Her neyse, küçükken sevmediğim bir şey de Pazar günleriydi. Herkes evde olurdu. TRT’de kovboy filmi, dışarda kar. Gariptir mesela çocukluğuma dair tek bir güneşli güllük gülistanlık pazar günü hatırlamam. Bak güllük gülistanlık burada kullanılabildiğine göre demek ki dört başı mamur aynı anlamda değilmiş. Şey gibi düşünebiliriz, yerine "dahi" koyduğumuzda anlam değişmeyen "de" gibi. Burada yerine dört başı mamur koysak anlam bozulur. O yüzden delirme. Akıllı ol. Bir şeyin yerine başka bir şeyi koyunca eğreti duruyor bazı zamanlarda. Çocukluğumun yerine şimdiki zamanları koysam mesela. Anlam tamamen değişir, belki anlam bulurdu bir şeyler. Belki de tamamen başkalaşırdı. Katı halden sıvı hale geçen ergime tantanası gibi. Buna da hep bi kıllanmışımdır. Neden erime değil de ergime? Neden? Oradaki g harfini çıkarsak da mis gibi erimez mi katı haller? Erir. Demek ki mis gibi de olmayabilir dört başı mamur. Ama yine de gülistanlık kadar eğreti durmaz erirken buzlar.
Bir de buzullar var. Habire ergiyorlar. Küresel ısınma diyorlar ama ben pek inanmıyorum. Milyarlarca yıldan bahsediliyor dünya için. Ulan bu buzullar o kadar durdu durdu da şimdi mi ergimeye karar verdi yani? O da mı beni buldu? Milyar da değil, milyarlarca yıl... Acaba sıfır atsak sonundan değerlenir mi bu dünya? Acaba milyona düşer mi yaşı? Milyonda bir ihtimal de olsa bir pazar sabahını sevebilir miyim? İbrahim Tatlıses'in soyadı aslında Tatlı'ymış. O şanslı, sadece soyadını değiştirmiş. Bir de adını bile değiştirenler varmış, Cüneyt Arkın mesela...Fahrettin Cüreklibatır'mış. Tıpkı benim dört başı mamur gibi. Adının yerine başka bir şey koymuşlar anlam değişmiş. Muhteva değişmiş. Herif doktor, bir anda Malkoçoğlu olmuş. Yakışıklı, Allah var yakışıklı. Ama ne kötü filmlerde oynamış. Allah rahmet eylesin, öldüğünde çok üzüldüm. Herkes üzüldü. Türkan Şoray'da üzüldü. Tabutuna sarılıp ağladı, haberlerde izledim. Türkan Şoray demişken, İzzet Günay geldi aklıma...
Bi filmde "Sevdi de yetmiyormuş, çok eskiden rastlaşacaktık" demişti Türkan Sultana... Geç kalmışlar demek ki... Rol icabı da olsa, senaryo gereği de olsa geç kalmışlar rastlaşmaya. Çok eskiden rastlaşabilseler dört başı mamur bir hayatları yine olmayacaktı belki ama her şeyin güllük gülistanlık olacağı Türkan Şoray'ın gözlerinden okunuyor o sahnede. Demek ki o işler öyle olmuyormuş. İbrahim Tatlı vuruldu, Fahrettin Cüreklibatır öldü, Türkan Sultan ağladı... İzzet Günay o kadar da meşhur olmadığı için unutuldu gitti. Artık pazar günleri kovboy filmleri çıkmıyor. Ben de da'yı ayırıyorum belki ama pazar günlerini yine sevmiyorum. Napayım yani, delireyim mi? Boş ver, pek de akıllı sayılmazken olmayan bağzı şeyler delirince hiç olmaz.


Devamını Oku
Çizgili Mavi

Özlemek diye bir şeyin varlığına isyan etmekle başlatabilirim bu hikâyeyi. Reddiye derler tasavvufta, halk arasında yok saymak... Ama öyle yapmayacağım. İnkâr edemeyeceğim kadar gerçek, isyan edemeyeceğim kadar güçlü... Gözümü korkutmasa; kemiklerimi kırmayaacağından, beni lime lime doğramayacağından emin olsam reddedeyim ben de. Ama öyle değil, var, gerçek ve güçlü... Bükemediği bileği öpmeliymiş insan, bükemiyorum. Saygıyla eğiliyorum hasret denen bu kanlı katilin önünde. Susarak özlüyorum, susarak susuyorum... Korkmasam dilimi koparıp beni bin defa lal edeceğinden belki susmam! İsyan ederim, belki dua ederim, en olmadı bi türkü tutturur rezil bir akşam karanlığında kaybolurum... Ama korkuyorum. Var, gerçek ve güçlü. Sessiz çığlıklarla gırtlaklıyorum kendimi, boğazıma diziyorum kederlerimi ve yerlerde sürüklüyorum umutlarımı peşim sıra. "Yorgun olmasam" diye devam ederdim bu hikâyeye ama yorgun olmadığım zamanları da biliyorum. Argın biye bir kelime var, yorgun ‘un en yakın arkadaşı. Hep birlikteler, birlikte anılırlar. Yorgun ‘un Argın’ı özlemesi kadar özledim. Üstelik yorgunum.
Demem o ki, özledim.
Hava soğuk, vakit akşam, mevsim kış. Bundan olsa gerek der bitiririm bu hikâyeyi ama havanın sıcak, vaktin gündüz, mevsimin yaz olduğu zamanları da biliyorum. Vardı özlem o zaman da. Vardı, gerçekti ve güçlüydü. Ne bahardan utanırdı ne vakitten ar ederdi. Kışın yazı özlemesi kadar, güzün bahara hasreti kadar özledim. Bit pazarından alınmış yamalı bir ceketin cebinde unutulan tedavülden kalkmış eski bir banknot gibi hissediyorum kendimi. Bit pazarında bit satılsa vakti zamanında hepsini alabilecek kadar yüksek bir meblağmışım da artık kimse yüzüme bakmıyormuş gibi. Paraymışım zamanında, para üstü bile değilim artık. Unutulmuşum hem de yamalı bir ceketin yırtık cebinde. O ceketin, eski sahibini özlemesi bile bir şey değil benim özlemimin yanında. Hava hafta sonu, mevsim akşam, vakit özlem. Hepsi gerçek. Hepsi var. Hepsi güçlü. Ben zayıfım. Ben özledim.
Kapı çalsa mesela, gecenin geç vakti çalan kapıdan hayır haber çıkmaz. Sabahın erken saatinde çalan telefon gibi. Gecenin üçünde kapı çalsa, sabahın beşinde telefon gelse de sevinsem diyecek kadar akıl dışı bir durum bu özlem. Var, büyük ve lanet. Demem o ki, özledim!

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Garson kahveleri getirdiğinde, iki büklüm oturduğu tahta iskemlede hafiften doğrulup teşekkür etmek istese de bunu yapacak gücü kendinde bulamadı. Gözyaşlarını gizlemeye çalışan bir gülümsemeyle başını öne doğru sallayıp, kendisine gülümseyen –bu temiz yüzlü delikanlıya minnettar olduğunu belli etti. Önünde duran kül tablasında yanan sigarasına rağmen bir sigara daha yaktı; derin bir nefes çektikten sonra sigarayı, karşısında boş duran iskemleye doğru uzatarak kendi kendine bir şeyler mırıldandı.

Garson; biraz evvel kendisinden bir takım –garip isteklerde bulunan bu adamın hala başında bekliyor, yaptığı manasız hareketlerde anlamlar arıyor fakat “deli herhalde” diye düşünerek bu anlam aramayı fazla uzatmayıp sessizce ona bakıyordu. Saçında yer yer siyahlar kalmış olsa da sakalı tamamen ağarmış; siyah bir pantolon, siyah bir gömlek, siyah ayakkabılar, siyah saat ve parmağındaki siyah yüzüğüyle tepeden tırnağa siyaha bürünmüş bu adam tek başına geldiği halde iki kahve sipariş etmiş, ortanın bi tık üstü şekerli olsunlar diye sısı sıkıya tembihlemiş ve fincan yerine kâğıt bardakta istediğini üç defa tekrarlamıştı. Şimdi de karşısındaki boşlukla muhabbet ettiğini görünce “deli herhalde” diye düşünmekten kendini alamamış, adamı seyretmeye başlamıştı.

Garsonun meraklı gözlerle kendisini seyrettiğini fark eden adam kısık bir sesle “otursana” derken, eliyle de, söylediğini tasdik eder gibi, karşısındaki boş iskemleyi gösterdi. Adamın hikâyesini, anlatacaklarını, gizlemeye çalıştığı gözyaşlarını, bir anlam veremediği tavırlarını ve tüm bunlarla birlikte onu kendisine “deli herhalde” diye düşündüren şeyi merak eden garson, büyük bir heyecan ve derin bir sessizlikle boş iskemleye oturdu…
….

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Dün sana rastladım;
Cemal Süreya’nın
“Ertesi gün sana kavuşmayacağım diye
uyumadığım geceler var benim” dizelerinde...
Uykusuz yahut uykulu ama mutlak suretle
Yorgun...

Devamını Oku
Çizgili Mavi

‘Ne yapıyorum ben?’ diye kendi kendime sorduğum sorulara sebep hallerimin tümünde sen varsın. Çay da içsem, sigara da içsem, yürüsem, dursam, okusam, yazsam, sussam… Ne yapıyorum ben diyorum, seni düşünmekten fırsatım olursa… Ne yapıyorum ben; seni düşünüyorum!
Seni düşünmekten arta kalan vakitlerimi de seni, neden bu kadar düşündüğümü sorgulamakla geçiriyorum. Zihnim yekpare olarak senle doluyken; fikirlerim, düşüncelerim, isyanlarım, keşkelerim, elbetlerim, feryatlarım ve suskunluklarım bile ayrı ayrı birer sen olarak dikiliyorlar karşıma.
Öyle yalnız hüzünlü, kederli anlarımda değil; neredeyse yok denecek kadar az olan neşeli anlarımda ve hatta neşeli yahut hüzünlü diye tanımlayamayacağım tüm anlarımda, tüm hallerimde… Ne yapıyorum ben diye soruyorum kendi kendime, seni düşünmekten fırsatım olursa.
Bu; ‘seni düşünüyorum’ diyerek belli bir kalıba sığdırabileceğim veya belli bir hudut çizebileceğim bir düşünme değil! ‘Çıkmıyorsun aklımdan’ diyerek ajite edilebilecek veya bir sitem ne bileyim işte bir dilek, bir temenni, bir istek değil! Düz… Dümdüz bir düşünce yapısı, dümdüz bir düşünce sistematiği! Mütemadi, zamansız, sebepsiz ve belli bir sebebe ihtiyaç duymaksızın.
Kimi zaman gözlerin oluyor düşündüğüm kimi zaman ayak bileğine taktığın hızman. Alakasız olacak belki ama asimetrik gözlerin ekseriya gece; sırtüstü uzandığım koltukta, tavandaki karanlıkta uçuşan beyaz beyaz ve irili ufaklı hayallerde geliyor aklıma. Sigara içerken mesela, sigara içerken her defasında aklıma düşüyor: Yaktığım sigarayı sana uzatabildiğim, onu aldığın, sigaranı elimden alıp dudağına götürdüğün o ilk an! Kırmızı rujun…
Kırmızı rujunun izi kalan karton fincanlar…

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Yürüyebilirsin tabi, en doğal hakkın-ız. El ele, şen gülüşler içinde ve sanki mutluymuşsuncasına. İtaat değil, merhamete lüzum yok ve sanki gerçekmişçesine. Yürüyebilirsin, yaşamaya çalışabilir hatta yaşayabilirsin hayatını; her anını neşe içerisinde. Hakkım da yok haddim de değil, ben kimim ki!
El ele yürürken gördüm bugün seni, sizi. Ömrümce hiçbir şey böyle yakmadı içimi. Ömrümce hiçbir ecel böyle öldürmedi beni. Ulan ömrümce hiçbir düşmanım yapmadı böyle bir vicdansızlığı. Sen bugün elinde koskoca bir aynayla geçip gittin önümden. Bana, beni, anlattın! Bana beni gösterdin önümden geçip giderken. Acizliğimi, çaresizliğimi, sefilliğimi ve bit’aplıpımı yüzüme vura vura yürüdün gözümün önünde, el ele!
Noldu şimdi, başın göğe mi erdi? Noldu şimdi mutlu mu oldun? Noldu lan şimdi, noldu beni diri diri gömünce o kaldırım taşlarının altına gömünce? Neyin ispatı, neyin nispetiydi bu?
Yaşamaya çalışıyorum, gitmeye çalışıyorum, gidemiyorum… Kimse; el ele yürüdüklerin, gözünün içine baktıkların dahil hiç kimse seni benim kadar sevmeyecek kadın… Ellerinle boğdun sen, seni bu dünyadaki her şeyden çok seven zavallı ve aciz beni!
Yaşar Kemal demiş ya hani; “Elin adamı ne anlar senden!” diye… Anlamayacaklar seni, seni asla anlamayacaklar. Beni de! Dur sana sen ile cevap vereyim; sen de hiç böyle sevilmedin ben de hiç böyle sevilmedim! El ele yürüdüklerin dahil hiç kimse seni böyle sevmeyecek…
Sen benim yarım kalan her şeyimsin! Yarım kalan sigaram, yarım simitim, yarım umudum, yarım aşkım, yarım sevdam, yarım sevmişliğim ve yarım sevilmişliğim… Sen benim gşderken bile omuzuna göz yaşı döktüğümsün! Sen ne anlatırsan anlat, ne söylersen söyle… Gözlerine söyle ya susaunlar ya da bas bas bağırmasınlar Zeynep yalan söylüyor diye! Gözlerin… Cennet! Bana bakarken Flrdevs katı Cennetin!

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Nerede olur, ne zaman olur bilemem.
Duy sesimi... Duyarsın!
Çok uzakta söylenen bir hasret türküsünde,
Yanı başında yanan bir sigaranın külünde...
Belki bir bayram arifesinde belki bir bayramın ta kendisinde...
Duy sesimi...

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Şehrin en kalabalığında
Ve tam ortasında kalabalığın...
Yapayalnız kalmış gibi mütereddit,
Küçük bir çocuk gibi, masum.
Ve kimsesiz...
Ve sessiz,

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Bir günde doksan santimetre uzayabilen bambu, dünyanın en enteresan bitkisi kabul edilir. Esasen, enteresan olmanın ölçütü bir günde bilmem kaç santim uzadığın olmasa gerek. Ama bilim işte, literatüre girmek için herkesçe kabul görmüş bir maharetin olması gerekiyor. Karıncalar mesela… Karıncaların hayatları boyunca hiç uyumadıkları hiçbir hikâyede geçmez. Varsa yoksa ağustos böceğine anlattığı, “çalışkan olmanın faziletleri.” Toprağın altından toprağın üstüne çıkmak için 17 yıl boyunca çalışıp çabalayan ve nihayetinde yalnızca 1 buçuk ay yaşayacağı dünyada da keyfine bakan ağustos böceği biraz tembellik etti diye… Enteresan yer altı hikayesini kimseye anlatamadan ölüp gidiyor.

Ölmek de garip mesele; ölüyorsun ve kimine göre her şey biterken kimine göre her şey daha yeni başlıyor. “Doğmak eyleminin zıddı ölüm, peki ya doğum da bir sonsa?” türünden itfaiyelik bir konuya hiç girmek istemem ama beynim bu konuda yanmaya çok elverişli. Epeydir hâkim olan kuraklık, kafamın içindeki tüm bitkileri kurutmuş vaziyette. Yanmaya hazır çıra halinde bekleyen bambu ağaçlarıyla dolu kafamın içi.

Çam ağaçları, uzun uzun kavaklar, kestane, gürgen, palamut… Yanmaya meyilli bir kafatasının içinde tatbikat yapıyorlar. Sazlıklardan havalanan bir ördeğe su taşıma görevi vermişler ama su yok. Ağustos böcekleri henüz çıkmamışlar toprağın üstüne, belirli bir görevleri yok olası bir felaket halinde. Karıncalar işkillenmişler bu duruma, her an isyan edebilirler. Yeni bir Fransız İhtilali çıkarma ihtimalleri hayli yüksek. Üstelik uyumuyorlar. İşte böylesi bir kaotik ortamda yangında ilk kurtarılacaklar listesinin başında papatyaların adı yazıyor. Ağustos böceklerine ayar olan karıncalarla, papatyalara tutulan bambu ağaçları arkadan arkaya iş tutuyorlar. Aslan miyavlamıyor… Ki neden miyavlasın. Minik fareler kükreseler de kimse onları ciddiye almıyor.

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Dilediğince nefret et benden, ötekile-örsele beni.
Dilediğince unut, göz çevremde yalnız sana beliren çizgileri.
Bir gecenin koyu kızıl yalnızlığında,
Dilediğince bak göğün yüzüne, sitemle.
İstemezdim, şimdi bana bir yabancıdan daha el olmanı.
Lâl bir kalemle yazıyorum, sana bu kekeme intizarı.

Devamını Oku