Çizgili Mavi Şiirleri - Şair Çizgili Mavi

Çizgili Mavi

Bu vakit geçip gidecek;
Ne gam bâki kalacak bu diyarda ne dem...
Gamı, efkârı, günahı silip süpürecek;
Bu vakit, geçip gidecek!
Bir can bu diyardan, göçüp gidecek.
Rastlantılar rast getirecek bizi, bir daha rastlamamız imkansızken.

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Esmiş;
Önüne kattığı her şeyi, her yere dağıtmış…
Tozu dumana katmış bir rüzgârın yorgunluğu var ruhumda.
Fırtınaya mağlup her ne varsa;
Uçan çatılar,
Devrilen ağaçlar,

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Oysa hiç sevmedin sen beni,
sevdiğini sandın, sever gibi yaptın ama sevmedin.
Benim, “Belki rüyama gelmezsin” korkusuyla sabahladığım gecelerim vardı.
Senin yatak odan, rüzgar güllerine bakardı.
Ben, figanımı kaldırımlara yazarken adım adım...
Senin pencerende, şen kahkahalar vardı!

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Bildiğin için… Bir tek sen bildiğin birtek sen anladığın için… 2 yılı aşkın süredir, sana her defasında anlattığım senlerin tamamı gerçek olduğu için. Her biri, şu yeryüzündeki şu gökyüzündeki şu dünyadaki şu evrendeki en gerçek olduğu için… Söyleyecek, sıralayacak binlerce gerekçem binlerce sebebim var esasen ama buna ne vakit yeter ne de ömür; bizim konuşacaklarımızı geç susacaklarımıza bile ömürler yetmeyeceği için…
Dün de söyledim, sana bilerek veya bilmeyerek yaptığım kötülüklerin yanı sıra yaptığım, yaşattığım, yaşadığım, yaşayamadığımız tüm iyilikler için de; olanlar, olmayanlar, olması - olmaması gerekenler, olamayacak olanlar ve tüm herşey için özür diliyorum senden. Gözlerini Cennet bildiğim için özür diliyorum en çok da… En çok da gözlerini Cennet bildiğim için neden inanasın ki bana? En çok da asimetrik gözlerinde Cenneti gördüğüm, gamzende gamzeni gördüğüm,boynunda beni gördüğüm için… Yamuk parmaklarının arasına -sanki onca şey yetmiyormuş gibi bir de sevdaa çukurunu açmakla kalmayıp “ölmek ve oraya gömülmek istediğim” için neden inanasın ki? Bir tek benim gördüğüm ve bir tek benim gördüğümü bildiğin şeyler için… Sende gördüklerim, sende duyduklarım, sende sustuklarım, sende yandıklarım, sende bulduklarım ve sende yitirdiklerim için… Neden inanasın ki bana?
Kapkara bir dehlizin ortasında gibi değil de daha ziyade merdiven dairesinin “var” ama karanlık olan ışıkları insanı kasvete boğan, gereksiz yükseklikteki bir apartmanın orta katlarından birinin kapısında mahsur kalmış; ne içeri girebilen, ne kapıyı çalabilen, ne dönüp arkasını dışarı çıkabilen çaresiz, aciz, zavallı ve üzgün bir çocuğun karanlıktan olan nefreti ve aydınlığa duyduğu özlem var içimde. Kapıyı çalsan açan yok, oturup bir basamakta ağlasan sesini duyan yok… Bunu da tıpkı “daldız” gibi, tıpkı değerle kıymet arasındaki fark gibi, tıpkı özen gibi, tıpkı bir çam ağacının dikenli dallarında -yeşermeyeceğini bile bile yetiştirilen bir gül gibi ve tıpkı “anlamazlar ki” cümlesinde bahsedilen yığınların inadına “anlayanı” olunan anlamlar gibi… Bir tek sen anlayıp, bir tek ben anlayıp ve -kadere bak ki bir tek biz anlayamadığımız için…
Neden inanasın ki bana? İnandığın için… Bildiğin için… Anladığın ve tüm bunlarla birlikte anlamadığın için. Anlamlandıramadığın, anlamaktan belki korktuğun belki çekindiğin belki de anlamak istemediğin içimdeki sevdaanın büyüklüğü için. Anlamasan da, anlamlandıramasan da, anlamaktan belki korkup belki çekinip belki anlamak istemesen bile; bildiğin, “biliyorum” dediğin şeylerin…
Gerçekler var Zeynep… Her ne kadar kimi zaman hayal gibi, kimi zana rüya kimi zaman kâbus gibi gelse de gerçekler var. Aşk gibi bir gerçek var. Sevgi gibi, sevdaa gibi, hğurda akıtılan gözyaşları, kurulan düşler-düşünceler, boş duvarlarda beliren hayaller gibi gerçekler var. Aşk var be Zeynep, sevdaa var hem de iki a’lı… Ne fark eder ki a’nın büyük olması, küçük olması… Gözlerinde Cenneti gördüğüm an sana emanet ettiğim bir a var beim sevdaamda, neden inanasın ki bana?
Kelimeler var aramızda, sana seni anlattığım. Cümleler var aramızda; devrik, kafiyesiz ve tümgizli özneleri sen olan. Diyor ya şair “İçimde, seninle hiç dolaşmadığımız sokaklar var” tüm çıkmaz sokakların inadına. Yürüdüğüm yollar sana çıktığı için değil, sana çıkan tüm yollar çıkmaz olduğu için Zeynep… Neden inanasın ki bana?

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Cama vuran yağmur damlalarının ardında,
Gökkuşağıdır adın…
Puslu, bulanık ve fakat rengarenk.
Üçüncü sınıf bir otel odası loşluğu,
Dertli bir klarnet sarhoşluğu.
Kaybolan yıllarımdan hangi müessese sorumlu?

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Yedi tepesi yok diye mi bu memleketin,
Işıkları karanlık, gökyüzü yıldızsız ve gecesi gökyüzüsüz?
Neden?
Nedenler mi yarattık, bize lüzûmu kadar?
Ve alabora bir mevsim,
Ve notasız şarkıkar!

Devamını Oku
Çizgili Mavi

“Söz vermiştim kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da hırstan başka ne idi? Burada, namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kâğıt kalem aldım, oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum, öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” diyor Abasıyanık, ‘Son Kuşlar’da: “Yazmasam deli olacaktım!”
Biraz da öyle oldu aslına bakarsan. Söz vermemiştim kendime, yazmayacağıma dair fakat yine de çok direndim yazmamak için. Kaleme, kalemi yontacak çakıya ve hatta tütüncüye bile ihtiyacım yoktu ‘yazabilmek’ için; sigaram zaten mütemadi yanıyor, kafamın içinde sana ithaf kurduğum cümleler dışarı çıkmak-dile gelmek için hazır kıta bekliyor ve gözlerin (inan bana) gözümün önünden bir an olsun gitmiyordu. Tüm bu keşmekeşe rağmen yazmadım bunca saattir… Ki bilirsin; asırdan farksız geçer, geçmez, bana, yokluğunda, dakikalar… Sen yine de yazmadım say.
Sen yine de sana bu satırları yazmadım; sana bu satırları yazarken ağlamadım say. Sen yine de gökteki en parlak yıldızda seni aramadım, arayıp bulmadım, bulup dizine uzanmadım, dizine uzanıp saçını okşamadım, saçını okşayıp o Cennet gözlerini seyre dalmadım say… Sen yine de yazmadım say.
Sen yine de duymadım say gözünde okuduklarımı… “Elimi beş yerinden dağladı, beş parmağın!” dediği gibi Faruk Nâfiz’in; yokluğun beni bin yerimden dağlamadı say. Ellerini özlemedim say, gözlerini özlemedim say, boynunda kokladığım beni özlemedim say, say ki şu an şu vakit sana sımsıkı ve bir imdada sığınır gibi sarılmak istemedim!
Ne yontacak çakı var elimde ne öpecek bir kalem… Yazmasam deli olacaktım da diyemem. Aklı başında değil, aklımın da başımın da… Sen yine de sana yazmadım say. Sana bu satırları yazmadım, yazarken ağlamadım, yanıp kahrolmadım say… Say ki öpmedim sivilceni titreyen dudaklarımla. Say ki öpmedim seni usulca… Say ki öpmedin beni.

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Zaman, muttasıl acılara gebe; yokluğunda…
El ele tutuşmuş dertler, kederler, hüzünler!
Yarenlik ediyor ecelle hasret, bir gece karanlığında.
Ne yöne dönsem yüzümü ne yana düşse gözlerim…
El sallıyor bana gözlerin; hayalin, tam karşımda!
Perde kapanıyor, söz bitiyor, bir gece karanlığında.

Devamını Oku
Çizgili Mavi

El ayak çekilip, bu kente karanlık çökünce,
Bir sızı başlar yüreğimde, kanar ince ince.
Gözlerimi dikip, göğün yüzünce,
Yıldız diye, seni ararım.

Sen diye bir hasret, aklıma düşünce.

Devamını Oku
Çizgili Mavi

Biz görüşmüyoruz evet. Hatta herkes bunu, böyle biliyor evet. Sana bir gün bir şey söylemiştim, benim seni sevmek için sana ihtiyacım yok demiştim evet. Tüm bu evetlere, tüm hayırlara rağmen çıkıp yoluna düşüşüm, çıkıp kapına düşüşüm bir muhtaçlık. Sabah da söyledim sana, bir an çıkaramıyorum seni aklımdan. Bir şeyler yapıyorum çıkıp dolaşıyorum, gidip birileriyle muhabbete düşmeye çabalıyorum, boş boş yürüyorum boş kaldırımlarda, hatta inanır mısın film falan izliyorum. Yapıyorum bir şeyler, bir an aklımdan çık diye. Ama inan bana, aklım çıkıyor bir an aklımdan çıkacaksın diye. Yürüdüğüm yollarda, düştüğüm muhabbetlerde, sigara üstüne sigara içtiğim bol kaldırımlarda, izlediğim filmlerde, okuduğum kitaplarda, dinlediğim şarkılarda ben hep seni arıyorum. Ne arıyorsun diyorsun ya bana, seni arıyorum.
Ondan bundan duyduğum sks iftarının yerini öğrenip, bün dümen tutup yollara düşüp seni arıyorum pideci dükkânını gören bir soteye pusulanıp. Seni arıyorum balkonuna bakan inşaatın ikinci katındaki pencere boşluğunda. Duvar diplerinde seni arıyorum, saatlerin dakikaların saniyelerin her birinde.
Seni arıyorum Tutak Apt. Önündeki turuncu sokak lambasının altında. Otağa geliyorum çay sigara yapayım diye. İçiyorum. Bi çay içiyorum 2-3-5 sigara. Seni bir an olsun aklımdan çıkarmak için gelip odanı gören bir köşede bir ağaç gölgesine gizlenip pencereni seyrediyorum.
Hava mis, bahar havası. Nasıl bir bahar ama, öyle böyle değil. Günlük güneşlik, yeşil, cıvıl, kuş sesleri. Adama adını unutturur bu güneş. Yanımda yöremde onlarca ses, herkes bir muhabbettir tutturmuş. Kuş sesleri yine senin adını fısıldıyor kulağıma. Gözlerimin önünden gitmiyor gözlerin. Kulağımdan çıkmıyor beni sevdiğini duyduğum anlar. Aklımdan çıkmıyorsun bir an. Aklımdan çıkmıyor bana sen sus ikimiz dinleyelim diyişin. Ben sana âşık oldum diyişini, o anı hatırlıyorum her an. Sonra ağladığımı. Sonra deli gibi yürüyüp yolumu kaybedişimi. Sonra seni sevişim geliyor aklıma. Ben hiç böyle sevilmedim diyişin! Hiç böyle sevmeyişin. Kısacası sen işte, kısacası sen ve gözlerin. Sen ve geç kalışım. Sen ve seni çok sevişim. Senin de beni sevmiş olman düşüyor aklıma, bir nebze nefes bir nebze huzur.
İki a’sından birini sana emanet ettiğim sevdaam. Sen… benim sevdaamsın. Biz görüşmüyoruz evet, birbirini en çok sevenler-birbirine en çok muhtaç olanlar iyinayla uzak duruyor birbirinden. Delirmiş olabileceğimi de düşünüyorum, intihar etmeyi de. Hatta etmek konusunda sanırım kararlıyım ki bazı senaryolar bile hazırlıyorum artık yavaştan. Şöyle mi olsa böyle mi olsa diye düşünürken buluyorum kendimi. Kendimi buluyorum ama kendimde değil, yine sende… yüne senin yolunda, yine senin kapında, yine senin pencerenin önünde, yine sende ve yine senin sevdaanda. Aklımı yitirmiş olabileceğimi pek düşünmüyorum artık. Düşün, seni düşünmekten ona bile vaktim kalmıyor. Biz görüşmüyoruz, sen beni affetmeyeceksin ve ben sana hala körkütük, ben sana hala sırılsıklam, ben sana hala deli gibi aşığım. Delilik bu değil de ne? Delilik bu dediğin anı düşündüğümde soğuk kahve içesi geliyor. Ki hiç sevmem bilirsin. Beni bilişin geliyor sklıma. Bende benim bile bilmediğim, farketmediğim şeyleri bilişin. Sırlarımı, hikayemi, aşkımı sevdaamı bilişin. Ötle bir kuşatma ki bu çepeçevre. Ruhumu, bedenimi, aklımı, fikrimi, hayalimi, rüyamı, mazimi, geleceğimi, keşkelerimi, elbetlerimi kuşatmış ve bana nefes alabilecek hiçbir yer bırakmamış bir kuşatma. Topyekûn bir sen! Topyekûn bir yokluk ve topyekûn bir azap. Gözlerine bakamamak zaten ölüm, elini tutamamak, sana sımsıkı sarılamamak, saçını okşayıp gamzenden öpememek zaten ölümden öte ölüm. Bir de üstüne bu akıl tutulması… Bir de üstüne bu düşünceler.
Mecnunu daha iyi anlıyorum sanırım. Çöllere düşmesi Leylayı bulmak için değilmiş, Leylayı aramak içinmiş. Ferhatın dağları delmesi Şitine kavuşmak için sanıyor herkes öyle değil ulan işte öyle değil. Seni arıyorum ben, kendime çöl bildiğim kendime dağ saydığım o sokaklarda. Ben seni arıyorum, maksat hasıl oluyor. Ben orada burada şurada… ben böylece seni arıyorum. Beni affetmeyeceksin biliyorum, bana bir gün olsun gel demeyecek hatta git bile diyecek, gelme bile diyeceksin biliyorum. Ama benim çölüm bu, benim dağım. Herkes kendi acısını demiştin, benim acım çölden ateş Zeynep, benim sevdaam dağdan aşkın. Üstelik bunu bir tek sen biliyorsun. Üstelik biz görüşmüyoruz ve üstelik herkes de bunu böyle biliyor. Ama işte sen biliyorsun bu dünyada sana sevdaa diyen, gözlerini cennet bilen, yanağındaki gamzeyi kendine nîşan bilen bir ben varım. Bir ben varım ve lanet olsun ki ben senden ibaretim. Zeyneeeeeeeeeeeep Zeynep. Ah be Zeynep!

Devamını Oku