geceyi uykuya yatırdım karanfil
bense uykusuz sarmaşık sakız gibi uzayıp
gidiyorum zamanla
sabaha az var
avuçlarımdaki resme bakıp bakıp sesli düşünüyorum
iç döküyorum içimin iğneli sancılarına
zamanın kirini yıkayan bir makine olsa
önce çürük beyinleri sonra ölü kalpleri atıp yıkasak
kin ve nefretten örülü tüm kalelerini yaksa güneş
herkes kendi emeğinin zeytinyağına ekmek banıp yese
ne kadar haset ne kadar fesat varsa
tuzla buz olsa
sabahın seherinde
kayın ağacının gölgeli şarkısına uyandı
göğün altına uzanmış sere serpe çimenler
hava puslu tebeşir tozuna bulanmış tahta gibi
göz fırtınalarından yağmur boşalacak birazdan
ıslanma olur mu sevdiğim
bazı kapılar vardır ki
aralanmadan geri kapanır
aslında yüzler eski gülüşler yenidir
yine de ince bir parşömenin hışırtısına
benzer bu davetsiz yakınlık
gelişin gidişinle ne değişti
mevsim geçişlerinde sonbahar - ah! yine kurudu zambaklar
kör bir sabahın alaycı kuşlarının ötüşünde kalmış avazın
teninin kokusu bulaşmış rüzgârların
miskin mırıltısına
gökyüzü aynasından ince ince sızıyor damlacıklar
her damla bir dokunuş her damla bir söz
yarım kalmış bir mutluluk
kırık umut
gök içini boşalttıktan sonra
ışıl ışıl tüm yapraklar ve kır çiçekleri
sanki ölümle doğum arası renkli
masalların hüzünlerini
yıkadı
evren
koşmakla yürümek arası adımlarım
rüzgârların eteğinden yağmurlara tutuldum
önce saçlarım sonra yüzüm sonra ruhum ıslandı
şıpır şıpır ıslanmış kaldırımların çatlak seslerinden
melül şarkılar türeten sokaklar heyecanlı neşeli
bense üşümüş ıslanmış karanfil
aranıyorum
yükseklerden yavrusunu düşürmüş kuzgunlar gibi
hayat sen ışıl ışıldayan cevahir yakut değilsin
tam tersi kokuşmuş küflenmiş
bir köşeye atılmış
armut gibisin




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!