47.
4 yaşındaydım. Okumayı da biliyordum bir şekilde. Kolumu kırdım bi gün. Babam çıkıkçıya götürdü beni. Tabi ben bağırıyorum feryat figan. Babam kucağında taşıdı saatlerce. Babamın kucağını hala unutamıyorum, hiç o kadar ısınmamıştım. İçimden dedim ki keşke kolum hiç iyileşmese babam da beni hiç yere indirmese hep kucağında taşısa.. Neyse çıkıkçı kolumu alçıladı sonra dönüşte şimdiki Yimpaş'ın oralarda küçük bir kitapçıdan babam bana Pal Sokağı Çocukları'nı aldı. Banan alınan ilk kitaptı o. Bir insan hiçbir zaman hiçbir şeye bundan fazla sevinemez herhalde. Sevinçten ve kitabın kapağını sağlam olan sol elimle okşayıp durmaktan üç gün başlayamadım okumaya.. Sonra hep okudum ama hiçbir kitabı o kadar okumadım. Niye anlattım şimdi bunu? Bilmiyorum.
48.
Önce dibe vurmak lazım.. Sonra her şeyi yeniden yavaş yavaş inşa edersiniz. Ama dibe vurmadan olmaz. Çekebileceğiniz acıların sınırına gelip artık hiçbir şeyin canınızı yakmadığını farkedene kadar böyle gider bu. Eğlenmek, etrafa soytarılık etmekten başka bir şey değil çoğu kez bunu da çok iyi bilin. Hayıflanın ya da hayıflanmayın; anlatın ya da anlatmayın, içince ya da içmeden. Biliyorsunuz değil mi bunların hepsi detay?
49.
Sırtını dönmüş bir kadından daha hüzünlü ne olabilir? Sırt çevirmek diye bir deyim var ya Türkçe'de, işte o "senden artık umudu kestim, ben yokum, kendi başınasın" demek değil mi? Yapmasan böyle. Yüzüme baksan. Yüz yüzeyken seninle, üstesinden gelemeyeceğim hiçbir şey olmaz benim. Gözlerinin her hali, başımın tacı. Onların hüznüne ortak olur, kızgınlığına boyun büker, buğusunda varlığımı eritirim. Ama sen sırtını dönünce, sen sırt çevirince bana, mıknatıssız bir pusulaya dönüyor ruhum. Saçlarının bittiği yer, umutsuzluğumun kıblesi..
Hatırlıyorsun değil mi? Seviştikten sonra bile tahammül edemezdim sırtını dönmene. Kızardın sen de bana, 'ne biçim erkeksin' derdin. Böyle şeyleri kadınlar mesele yaparmış, öyle söylerdin. Olsun derdim ben de, öyleyse öyle. Karanlıkta göremezken bile onları, gözlerimin içine içine bak isterdim hep. Göremezdim ama orada olduklarını, orada olduklarını ve baktıkları yerin benim gözlerimin içi olduğunu bilmek nasıl da mutlu uyuturdu beni. Sırtınla bir sorunum yoktu elbette. Nasıl olsun? Dünyanın en güzel kürek kemikleriyle küsülür mü hiç? Ama benimki de bir tür fedakarlıktı işte. Gözlerin gözlerimden hiç ayrılmasın diye, kalan bütün uzuvlarını taparcasına seyretmekten feragat ediyordum..
5.
Latin Amerika edebiyatı ciddiye alınmalı. Neruda, Marquez ve Borges dışında pek bilinmez ülkemizde nedense. Oysa söz gelimi Llosa seksen sonrası dünya edebiyatının en sağlam kalemlerinden biri (gerçi en son nobel edebiyat ödülünü o aldı, dolayısıyla satışları biraz olsun artmıştır diye umuyorum) ve Can yay. neredeyse bütün kitaplarını yayınladı. Sonra Cortazar var. 62 Maket Seti ve özellikle Seksek edebiyat tarihine şimdiden adını yazdırdı. Carlos Fuantes, sadece son kitabıyla bile ne kadar önemsenmesi gereken bir yazar olduğunu dosta düşmana gösterdi. Anti-emperyalizmi sonuna kadar savunan ve bunu yaparken de toplumcu gerçekliğin popülizm tuzağına düşmekten usta manevralarla sıyrılan büyük usta sadece Meksika insanın değil bütün sömürülen ülkelerin trajedisini anlatıyor aslında. Ayrıca da yarattığı dil ve kelime oyunlarıyla iyi edebiyatın büyüsünü okuyan herkese sonuna kadar hissettiriyor. İnfante'nin Kapanda Üç Kaplan'ı belki de James Joyce ya da Georges Perec ayarında devasa yazarların yapıtlarıyla karşılaştırılabilecek ve bu karşılaştırmadan hiç de mağlubiyetle ayrılamayacak kadar güçlü bir eser. Kitabın kahramanı Havana; kullanılan dil sokak Kübacası. Küba'nın başkenti Havana'nın devrim öncesi gecelerinden bir tanesini anlatıyor aslında kitap. Yer yer kelime oyunlarıyla zorlasa da okuru son sayfayı okuyup kitabı kapattığınızda hissettiğiniz tek şey sarsıntı oluyor, çok ciddi bir sarsıntı..
Özet: Latin Amerika edebiyatı iyidir, özellikle bize çok yakındır. Arjantin'in, Meksika'nın, Şili'nin ya da Peru'nun çocuklarının hikayeleri, Anadolu insanına hiç ama hiç yabancı değildir. Hatta arada bir tür akrabalık bile vardır..
50.
'Mavi Saçlı Kadına'
Bugün, ömrümde ilk defa bir kadına sarılıp ağladım. Abartmayalım tamam daha önce de ağlamalı vedalaşmalar falan yaşadım elbette. Ama ömrümde ilk defa bir kadına sarılıp, kafamı onun mavi saçlarına gömüp hüngür hüngür, sümüklerim aka aka ağladım. Nedeninin, niçininin hiç ama hiç önemi yok. Konuşulan, konuşulamayan, yaşanan, yaşanamayan, hayal edilen ya da edilemeyen bir sürü şeyin son durağıydı burnumu yasladığım siyahımsı mavi saçlar. Utanmadım, oysa bugüne kadar böyle bir durumun utanılacak bir şey olduğunu düşünmüştüm hep. Gözyaşlarım kadının mavi saçlarına dökülürken içimden geçen tek bir şey vardı. Hiç dinmesinler, hep aksınlar.. Mavi saçlı kadın sol eliyle saçlarımı usulca okşasın. İster acıma ve merhamet dolu hislerle yapsın bunu, ister hiçbir şey hissetmeden. Şartlar ve göz pınarlarım izin verseydi sonsuza kadar o şekilde ağlayabilirdim. Üzgün olduğum için mi ağlıyordum peki? Hayır. Elbette tarifsiz bir üzüntüyle başladı her şey. Yan yana saçma sapan bir duvarın üzerine oturmuş, son olmasından deli gibi korktuğum ama son olduğunu da adım gibi bildiğim sigaralarımızı yakmıştık. Gözlerim yaş istihkakını çoktan doldurmuşlardı. Ama bir türlü akamıyorlardı. Belki de o tür bir alışkanlıkları olmadığından. Ama anladı mavi saçlı kadın ve dünyanın en güzel gözlerini gözlerime dikip "istersen bana sarılıp ağlayabilirsin" dedi. Normalde itiraz etmeliydim, etmedim. Utanmalıydım en azından, utanmadım da. Sanki bana böyle bir şey söylemesini bekliyormuş gibi kafamı mavi saçlı kadının saçlarına gömüp içimi çeke çeke ağlamaya başladım. Saatle ölçülen zamana göre çok uzun sürmemiş olabilir, ama içimin saatine sorarsanız sonsuzluk kadar uzun bir süre ağladım. Hiç bitmesin istedim, çünkü ağlamayı kestiğimde sarılmayı da bırakacaktı bana. O yüzden o kısacık ana bütün ağlayamamışlıklarımı sığdırırcasına ağladım. Bütün hayal kırıklıklarımın, bütün çaresizliklerimin, bütün özlediklerimin bir parçasını akan gözyaşlarımla birlikte kadının mavi saçlarının arasına bıraktım. Ona sarılmadan önce çok üzgündüm, sarılmayı bıraktıktan sonra iyice katlanmıştı üzüntüm. Ama bu ikisi arasında geçen zamanda, galiba mutluydum. Evet evet hıçkırarak ağlayan mutlu bir adam olmuştum ben o an.. Mavi saçlı kadının fazla zamanı yoktu, galiba tahammülü de kalmamıştı. Ve en az benim kadar o da üzgündü. Elinden bir şey gelmiyordu çünkü. Gitmesi gerekiyordu, gitmesi, kendini dinlemesi, belki yalnız kalması gerekiyordu. Öyle de oldu. Gitti de. Giderken farkında olmadan mavi saçlarının arasına takılmış bir kaç damla yaşı da beraberinde götürdü. Yağmur yağmasın istedim arkasından bakarken, doğal yollarla kuruyana kadar kalsınlar saçlarının arasında.
Yatağını şaşıran bir ırmak
Önce göl olur, sonra yok...
-Doğanın kanunu-
Gördüm
omurgasının üstünden
araba geçmiş bir kedinin
52.
Tesirsiz ne kadar söz varsa
ruh cebimde biriktirdim
ki zaten ben
küçükken de meraklıydım
53.
İnsanlarla marullar arasındaki en büyük fark; marulların, marullarla insanlar arasındaki en büyük farkı fazla umursamamalarıdır. Bir insan eğer isterse oturup saatlerce insanlarla marullar arasındaki en büyük farkın ne olduğunu düşünebilir. Oysa hiçbir manavda bunu mesele yapan bir marulla karşılaşmazsınız..
Sonuç: Galiba marullar bizden daha akıllı..
54.
Belki canım sıkkındı belki sadece dikkat çekmek istemiştim belki söylediklerim aslında söylemek istediklerimin tam tersiydi tanımadığın biri yoldan geçerken küfretse bile sana efendim der bir şans daha verirsin acaba yanlış mı anladım dersin bana o yabancıya verdiğin şansı bile vermedin efendim deseydin seni seviyorum diyecektim belki demedin bir şey sırtını dönüp gittin iyi mi oldu yani şimdi sana da yazık bana da..
55.
Benim için hiçbir özel durumu olmayan uzak bir arkadaşım, tesadüfen karşılaştığımız saçma sapan bir mekanda ayak üstü bir kaç dakika lafladıktan sonra, "Seni hiç iyi görmüyorum" dedi. "Ama sanırım bu çok kötü bir şey değil. İyi olmamak için bilinçli bir şekilde uğraşıyor gibisin ve bütün rahatsızlıklarını tırnaklarınla kazıyarak kendin yaratmışsın. O yüzden de beter ol demekten başka bir şey söylenmez sana."
Boynuna sarılmak istedim o uzak arkadaşın ama tuttum kendimi. En yakınlarımın bile anlayamadığı, hatta benim bile toparlayıp dillendiremediğim otuz yıllık ruh halimi üç cümleyle özetleyiverdi. Evet tırnaklarımla kazıyarak yoktan varettim ben mutsuzluklarımı. Ne denir ki başka? "Bu mutsuzluk benim,ilişmeyin.."




-
Ömer Tuğrap Konak
Tüm Yorumlarfcgyjntyhthy