297.
Hayatım boyunca çok az şeyi yarım bıraktım ben. Genelde her boku elime yüzüme bulaştırmamla bilinsem de gücüm yettiğince sonuna kadar gittim gidebileceğim her şeyin. Bebeyken öğretti annem bana doysam bile tabakta yemek bırakılmayacağını, ya da sofrada parça ekmek. Büyük deprem olduğunda bira içmeyi, artçısı olduğunda sınıfta ders anlatmayı kesmedim mesela. Devam ettim elimden geldiğince her ne yapıyorsam yapmaya. Tek bir istisnayla.. Neşet Baba. Ne zaman, nerede bir Neşet Ertaş türküsü duysam, her ne yapıyorsam bırakıp, gözlerimi inceden kısıp, için için eşlik edip onunla beraner hiçbirinize anlatmayı beceremeyeceğim bir yolculuğa çıkarım. İşte bu an da o anlardan biridir. Öyleyse varsın yarım kalsın bu cümle de..
298.
Kopabildim mi? Bilmem.. Kopmak ne ki? Araya bir kaç varil rakı girdi. Bir kaç hayal kırıklığı, bir kaç salak yerine konulma ve koyma, bir kaç iyi hissetme, bir kaç kötü hissetme ve bir kaç bir bok hissetmeme ve bir dedikçe kaçma ve kaçtıkça bir zannetme ve yine rakı ve yine hayal ve kırılma ve yine... Döngü mü paradoks mu her ne sikimse işte!
299.
Kimse durup dururken özlemekten ağrımaz
Özlemek bazen tahta bir sandalyede sigara yanığı
Özlemek bazen pervanesi tarafından kırılmış yel değirmeni
Özlemek bazen mavi pencereli o yerde
Gelmeyeceğini bile bile sağa sola bakıp
3.
İkindi vakti ikinci şişe birayı da içmişseniz o an hayattaki en büyük pişmanlığınız neden gelirken 'iki bira daha almadığınız' dır. En güzel ihtimal de dolapta unutulmuş bir biraya rastlama ihtimalidir. Bu pişmanlıkla boğuşurken telefonunuzun çalması sizi normalden daha çok heyecanlandırır. Karşınıza çıkan servis operatörünün cazip teklifi ise çileden çıkarır, ama nihayetinde sizi arayan canlı bir insandır ve bu bir taraftan da kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. O size ayrıcalıklı tarifeleri anlatırken siz içinizden ona şiirler okur ve gülümsersiniz. Ayrıca fonda Orhan Gencebay varsa ve peynir ve soğan aromalı patates cipsinizin yarısından fazlası pakette duruyorsa, hayat düşündüğünüz kadar boktan olmayabilir..
Dolapta bira yokmuş.. Hayat çok boktansın lan! !
30.
Bana güzel bir şey söyle yoksa ben
Moralsiz bir kirpi kadar tehlikeli olurum
Kolpadan laflarla idare etmeye kalkma
Bana gerçekten güzel bir şey söyle
Söyle yoksa oyalanacak saçma sapan şeyler bulurum
300.
-ÇOCUK HÜZNÜ! -
Çocukluğunu yarım yaşayanlar ne kadar büyürlerse büyüsünler, her çaresiz anlarında ona geri dönerler. Onları nerede görseniz tanırsınız. En yetişkin halleri, hatta hüzünleri bile biraz çocuksudur onların. Çocuk hüznü, evet. Çok istediği oyuncağın neden alınmadığını bir türlü anlayamayan, babasının nereye gittiğini, bir gün önce akvaryumda nazlı nazlı süzülen balığına ne olduğunu, dedesinin ona sormadan neden cennete gittiğini, annesinin saçlarını yıkarken neden canını yaktığını ve neden hep yorgun olduğunu, arkadaşlarının neden oyunlarına onu almadığını bilemeyen; Allah’ın ve karşı evdeki yaşlı amcanın niye hep öfkeli olduğuna akıl sır erdiremeyen, iri bakışlı, sarkık dudaklı, bükük boyunlu çocuk hüznü… Çocukluğunu yarım yaşayanlar büyüdüklerinde, o hüznü de büyütürler beraberlerinde. Onlar bu yüzden her şeye üzülebilirler. Onları üzmek bu yüzden çok kolaydır. Bu yüzden gözlerinde akacak yer arayan yaşlarla dolaşır onlar. Onları kandırmak ve ağlatmak bu yüzden çocuk oyuncağıdır. Ve bu yüzden onlarla uğraşmak iki kere ayıptır. Onların çabucak kırılıverecek hayalleriyle oynamak iki kere günahtır. Eğer şefkat gösteremeyecekseniz, uzak durun en azından. Bütün büyüyememişlerin yarım kalmışlığının hatrına en azından bunu yapın. Uzak durun!
301.
Bazı insanlar gittikleri her yerde huzur arar fakat bir türlü bulamazlar. Bulamazlar çünkü onlar huzursuzluğun bizzat kendisidirler. Huzursuzluklarını bulundukları her yere bulaştırır, üstelik bunun farkında bile olmazlar. Bunlar; aptal ve huzursuz, korkak ve huzursuz, aptal, korkak ve huzursuz olarak üçe ayrılırlar. Aptal huzursuzlar zaman zaman mutlu oldukları yanılsamasına kapılabilirler çünkü onları kandırmak çok kolaydır. Korkak huzursuzlar sıkıntılarıyla korkularını birleştirip yarattıkları distopyanın içinde mutsuzluktan debelenene kadar kendi kendilerine debelenip dururlar. Aptal ve korkak huzursuzlar ise sürekli bu işte bir terslik var diyerek fakat ne olup bittiğini anlayamayarak, anlamaya çalışmak için kendi içlerini deşecek cesarete de sahip olmadıkları için kendi anlamsızlıklarında, koparılmış ama bir türlü çürüyemeyen marul yaprağı gibi manasızca bulundukları yerde öylece dururlar.. Huzursuzlar familyasının en zavallısı işte bu son huzursuz gurubudur..
302.
Dünyanın en kolay işi birilerini suçlamaktır. Bu yüzden de dünyadaki insan sayısı kadar suçlayan olduğu söylenebilir. Kendini suçlamaktan bütün insan ırkını suçlamaya kadar açılabilen geniş bir yelpazede, kendi zavallılığıyla baş edebilmek için, haklı ya da haksız olduğuna bakmadan, durmaksızın suçlar insan. Emile Zola, meşhur Dreyfus Savunmasına “Suçluyorum! ”, diye başlar. Aslında Zola, farkında olmadan hepimizin yaşam manifestosunun giriş cümlesini yazmıştır. “Suçluyoruz! ”
303.
Ne senden geçebilirem ne vuslat mümkün gayrı
Derdin hasına düşmüşem mene Mecnun ağlasın!
Felek kör, alem lal, zifr-i karadır günlerim
Lokman’a haber yollayın gelsin yüreğim dağlasın..
304.
Neden Ferdi Tayfur diye soruyorlar.. Neden Ferdi Tayfur? Çünkü eğlenmiyoruz be kardeşlerim. Ara sıra gülse de yüzümüz, özellikle geç saatlerde (burada İsmet Özel’e bir selam çakalım, “ve sancı geç saatlerde” diyen güzel insana) canımız çok sıkılıyor. Bekleyip duruyoruz çünkü, sevdiğimizi, Godot’u, eceli… Bekleyip durmakla geçiyor ömrümüz. Çünkü hepimiz kusurluyuz, zaman zaman detone olan Ferdi gibi zaman zaman sıçıyoruz hepimiz. Çünkü sorunlarımız var. Canımızın sıkılma sorunu, biranın erkenden bitmesi sorunu, pakette çok az sigara kalması sorunu, annemin tansiyon sorunu, olmak istediğimiz yerde olamama sorunu… Bir tek Ferdi Tayfur, şarkılarda da olsa bizden daha çok acı çekiyor ve bizim biraz olsun iyi hissetmek için daha büyük acıları kulağımızla da olsa dikizlemeye ihtiyacımız var…
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!