Düşler Ülkesi
“Bir cisim yaklaşıyor! ”
Nasıl tanımlarsın?
Öğrendiklerin, bildiklerin mi?
“Hiçbir şey bilmiyorum! ”
İnanç üzerine
İnanç, iman: Bireyin kendi çabası ile yeteneklerini (akıl, zekâ, v.b.) kullanması sonucunda vardığı kişisel bir kanaattir. Mevcudatı sorgular, inceler; neden, niçin, nasıl? Sorularına cevap arar. Nakil yoluyla gelen (onu etkileyen tüm birikimler nakil dâhilindedir; ebeveyni, öğretmenleri, kutsal kitaplar, ozanlar, peygamberler, filozoflar, bilginler, v.b.) bilgileri akıl süzgecinden geçirdikten sonra vardığı kanaattir. Bu kanaat her bir insan için farklı olabilir. Çünkü her insan ayrı bir âlemdir. İmanın zıddı olarak bildiğimiz “inanmama” hali de bir kanaattir. Yani o da aslında bir nevi inançtır…
İnanç olmadan aksiyon da olmaz, fiil inanca tabidir… İman ile oluşturulan bu kanaatin günlük yaşama geçirilmesini “din” olarak görebiliriz. Yani kişi kendi kanaatine uyan prensipler çerçevesinde yaşamayı arzu edebilir. Bütün dinler “İlahi nizam”ı açıklamak maksadına yöneliktir. Farklı olmaları nasıl açıklanır? Zaman içinde bazı dinlerin orijinalinden uzaklaştırıldığını söylemek pek de yanlış olmasa gerek. Hangi dinin ne kadar değişikliğe uğratıldığını belki bilemem ancak şu kadarını söyleyebilirim; Eski olan yerini yeni gelene tam manasıyla olmasa da bırakmış veya bırakacak gibi görünüyor… Birey hangi din veya beşeri esaslar çerçevesinde yaşamak istiyor ise bu konuda özgür iradesini kullanmalıdır. Yani harici müdahale olmamalıdır.
Deli gönlün benzemez
Başkalarına,bencileyin.
Namerde eğilmeyen boynun,
Dosta koyun...
Zoru başarmak,
Yol ayrımında sınanır insan
Gizemli bir çekimle,
Farkına varamadan;
Gelinir yol ayrımına.
Dilber
Hayalin gelir yerleşir içime.
Adın dilime;
Tadı damağımda…
Huzur akıyor göğsünden gönlüme…
Aşağılık Kompleksi
Aşağılık kompleksi olanlar kendi şahsına saygı duymadıkları için kendilerine saygılı olanlara da saygı göstermez. Kendini aşağı gördüğünden kendini aşağılayanı da yüksek görür. Onlara tevazu gösterirseniz sizi aşağı zannederler, kibirli olup onlardan üstün olduğunuz hissiyle davranırsanız, size hürmet ederler.
Sayısız güzel, özlü söz var; hepsi doğru kabul edilir. İçlerinde yanlış olanlar olduğu gibi söyleyen kişiye ve zamana has olanlar vardır. Yeni bir söz söylediğinizde illa geçen yüzyılın bilge şahısları, tescilli filozoflarının görüşlerinin süzgecinden geçiriliyor ise fikirlerin geliştirilmesi de mümkün değildir.
“Dünle beraber gitti düne ait ne varsa, bu gün yeni şeyler söylemek lazım, cancağızım.” Mevlana
Uzay Geçmiş, Dünya An, Zerre Gelecek
“Zaman” konusundaki tüm söylemlerin ortak noktası “İzafi” olmalarıdır. Mekan ve zamanın olmadığı durumda “İzafiyet” de olmayacaktır! İzafiyetin olduğu her durumda zaman ve mekan sınırı vardır! Görecelilik, zamandan ve mekandan münezzeh olan için yoktur!
Genel zaman yorumlarında, “Zaman” ileri doğrusal akar gibidir! Daha gelişmiş yorumlarda ise zaman akışının “Göreceli, izafi” olduğu söylenir! Zamanın izafi olduğunu bilmek de zamanı tam olarak anlamamızı sağlamaz! Zamana, başka açıdan bakmak gerekir!
Ahlak ve eşitlik
“Kibar konuşuyordu, efendi görünümlüydü. Bu hareketi ondan beklemiyordum…” Diye başlayan cümleler, önyargılı bir iyimserlik anlayışının ürünü. Eskilerde “Hal ilmi” vardı. Muhatabını hal ve tavırlarından bilme. Günümüzde bu feraset kayboldu. Ayakların baş, başların ayak olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu yüzden iyi-kötü kolay ayırt edilemiyor. Aylar yıllar gerekiyor bir insanı tanımak için. Yine de gerçek dost ile olmayan tam belli olmuyor. Gerçek dostumuza bazen hak ettiği güveni gösteremiyoruz. Sütten ağızlar yanmış… “Yanında çalıştığı insanın kalitesine, çalışkanlığına falan aldırmadan sadece onunla iki kolu, iki bacağı var diye kendisini eşitleyen…” Eşitlik kavramı yanlış algılanıyor. İnsanlar hak ve özgürlüklerde tabiî ki eşit. Bilenlerle bilmeyenler de aynı değil.
İnsanları yüzeysel olarak eşitlemeye kalkışmamalı. Toplumsal hayat felç olur. Yöneticinin sözü geçmez, çalışan asi olur. İnsanlar farklı yetenek ve mizaçta yaratılmış olduğundan; eşitlik sağlamak adına, yetenekli olanları köreltmemeli. Toplumun ilerlemesi için, şevk ile çalışmaya ihtiyaç var. Çalışanla-çalışmayanı, yetenekli olanla beceriksizi ayıramayan toplumlar; gelişme yolunu tıkamış olur.
“İnsan kalitesi” en temel problemimiz. Kaliteli insan kimdir? İyi eğitim görmüş, güzel giyinen ve konuşan mı! ? İyi insan, bulunduğu sosyal statünün hakkını verendir. İyi öğretmen, iyi polis, iyi kapıcı, iyi idareci, iyi yazar, iyi garson, iyi mühendis, iyi doktor, iyi imam, iyi tezgâhtar, iyi çöpçü, vb.
En büyük yanlış, iyilik kavramı ile toplumsal statüyü karıştırmak. “Koskoca Doktor ahlaksızlık mı yapacak; hastası olan sıradan vatandaş yalan söylüyordur.” Önyargısı ile hareket edenler az değil.
En değerli varlığımız sevgi.
Candan da değerli sevgili.
Hesapsız olmalı sevgi.
“Her gönülde bir arslan yatar”
Beklentisiz, gönülden vermeli…
Yeter ki sevdiğin küsmesin.
Sağlam Kafa Sağlam Vücutta Bulunur
Eskiden geri toplumların yer üstü yer altı kaynaklarını sömürmek için ellerine kutsal kitap (mesela İncil) tutuştururlardı! Biraz uyandıklarında da ayrıştırma yapıldı. İç savaşlarla sömürü devam etti. Bu geri toplumlar tamamen çökme durumuna gelince de göstermelik yardımlar yapıldı! Sömürülecek toplumlar öyle bir işleniyor ki; ibadethane ve hastane arasında, birinde sakat olan zihnini uyuşturuyor, diğerinde sakat bedenini güya iyileştiriyor! "Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur! " düsturuyla hareket etse hem bedeni hem zihnini tedavi edebilecek ama bu iki unsur; biri ibadethanelerle, diğeri hastanelerle desteklenerek iyice yerleştirilir! İbadethane ve hastane arasında mekik dokuyan, kaynakları da egemenlerce sömürülen her açıdan güdük bir toplum kaçınılmaz olarak oluşur!
“Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” Bu sözü çok severim, tarihte ilk kim söylemiş oraya girmeyeceğim ama söz güzel ve yazıma başlık oldu.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!