Birden kapladı benliğimi,
Dinmek bilmeyen bir sızı.
Anladım bu aşk acısı,
Çare...Ah...O sevgili...
Kavuşmak mı? Dağları,
Ben Ve Ayna
Felsefi terimleri kullanırken her defasında Felsefe Sözlüğüne bakarım. Çünkü aklımda tutamam tam olarak içeriği. Skolastik, Vahdet-i Vücut, Evrim, Deizm, Teizm, Monoteizm, Ateizm, Panteizm, Substance, İdealizm, İşrakîlik, Monizm, Fatalizm, Atomizm, Metafizik, Determinizm, Materyalizm, Rasyonalizm, Archee. Bu terimlerin hepsi elbet felsefi açıdan insana kaynak. Fakat yapılan büyük bir hata var! İnsanı bu terimlere sıkıştırmak ya da bu terimlerle kategorize etmek var! Yani insanları bu terimlerle tanımlamak yanlışı var! Şahsen ben bu terimlerin hiç birine tam olarak sıkışamam, ya da hepsinden bende biraz var! Her insana ait farklı durumlar olacaktır, olmalı! Böyle geniş açıdan bakmalı…
Bir “Ben” var aslen; ben mi aynayım, ayna mı “Ben”? Aynanın kendine “Ben” dediği, benliğini iddia ettiğinde açığa çıkan durum bu. Ben, aynanın aynası mıyım yoksa! Yunus’un “Bir ben var benden içeri! ” ye benzer bir durum yani içerdeki “Ben” olan Yunus mu asıl, yoksa görünen Yunus mu? Ya da hangisi asıl Yunus? Yunus şunu mu söylüyor! Görünen ben, aynayım asıl “Ben” e. O ben de “O”! Yani ben, Tanrı’ya aynayım görünen halimle. “Ben” bana ayna gibi. Tırnak içi benleri “Ene” olarak düşünelim yani Allah’ın üflediği emanet ve O’ndan olan. Böyle biliyoruz. Akıl böyle algılayabiliyor, yoksa daha ileri açılımı herkes kendi içinde mutlaka yapabilir!
Boynuzu Kırıklar
Hasan Sezâî Efendi zamanında, eşkıyaların kötü yola düşürüp içkilerine meze yaptıkları zavallı bir kadın varmış. Kadın tövbe edip dergaha sığınmış. Eğlence olarak kullandıkları kadının ellerinden gitmesine kızan adamlar dergahın kapısına geyik boynuzu asarlar! Herkes öfkelenir ama Hasan Sezai boynuzun saklanmasını, sonra çok işe yarayacağını söyler. Dedikodular zirve yapar. Hoca orta malı kadını himayesine aldı gibi laflar ederler, hazret sabreder. Halk arasında bir çeşit uyuz hastalığı yayılır. Hasan Sezâî hakkında kim iftirâ ve dedikodu etmiş ve kim dedikoduları kabûl etmiş ise, bu hastalığa yakalanır. Halk çaresizlik içinde kıvranırken; hazret dergahın kapısına asılan boynuzun öğütülüp tozunun hastalara sürülmesini söyler. Böylece iyileşen herkes hatâsını anlayıp, yaptıkları iftirâ ve dedikodulara pişmân olur.
Hikayede asıl boynuzlar, zavallı kadını eşkıyalardan kurtarmak için hiçbir çaba sarf etmeyen ama hoca kurtarınca hocanın dedikodusunu yapanlardır. Bunlara ben (babamın tabiridir) “Boynuzu kırıklar” diyorum. Boynuzu kırıkların çoğu “namuslu, saygın” kişileri oynarlar! Zalimlere güçleri yetmez veya zalimlerden yemlendikleri için sesleri çıkmaz ama zavallı birini yakalarlarsa da acımasızca dilleriyle saldırırlar!
İsa’nın kıssasını duymuşsunuzdur; “İlk taşı günahsız olanınız atsın.” Diyerek fahişelikle suçlanan Maria Magdelena (Meryem) ’yı kurtarmıştır.
Dil İle İkrar Kalp İle Tasdik
Soyut ve somut birlikte işlediğinde tamamlanır bu boyuttaki haller!
Komedi türü bir tiyatro oyununda, aklımda kalanıyla (Nejat Uygur): doktor hastaya “Öksür” diyor. Hasta; “Öksürük, öksürük! ” diyor, öksürmüyor. “Hapşır” diyor; “Hapşırık, hapşırık” diyor, hapşırmıyor! Seyirci de gülüyor elbet ama ben hem güldüm hem de ilham geldi…
Senden ayrı kaldım gülüm,özlemin yüreğimde.
Arar gezerim gündüzde,karanlık gecelerde.
Bir umut bildim sarıldım,teselli niyetiyle;
Dostluğun mekanı olan,deli mavi sevdama.
Deli Aşık
“Ben ol da gör”*
Aklını kendine sakla!
Kalbinde aşk yoksa anlamazsın,
Duygusal Şirk
Şirk, dini literatürde Allah’a eş koşmak, ortak koşmak manasında tarif edilir.
Bir şeyi Allah’tan değil de her hangi bir sebepten veya kişiden bilmek “Şirk” kapsamındadır. Evrensel işleyişte her şey Allah'ın kontrol ve bilgi dahilinde işler! Tüm işleyişin sebep, sonuç ilişkisi içersinde cereyan ettiği unutulmamalı. Evrende iyi, kötü olarak insan izafiyetinde tanımlanan her şey sistemin içinde işleyişe dahil. Bu anlamda “Hayır ve şer Allah’tan” denir ki insanlar işleyişi sebeplere ve insanlara verip şirke düşmesin!
Düştüm
Darmadağın oldu aklım,
Yüreğim bin parça.
Kum tanesi gibi savruldum,
Düştüm avuçlarına…
Gerçek
Bir şeyin tanımlanmasında karşıt olarak kullanılan o şeyin gerçeğidir! Gerçek de yalan da birbirine göreceli.
Gündüz geceyle bilinir gece de gündüz ile… O halde gece hükmünü sürdürdüğünde gündüz yalan, gündüz hüküm sürdürdüğünde gece yalan olur!
Gerçek, yalanın karşıtı olarak karşımıza çıkar. Yani gerçeğin, “Gerçek” olması da yalana göreceli! Yalanın “Yalan “olabilmesi de gerçeğe göreceli! Biri için diğeri yalan… O halde şöyle bir durum var; gerçek de yalan da aynı pozisyonda! Deliler köyünde, akıllıya “Deli” derler!
Geometri
Atatürk’ün kendi el yazısıyla “Geometri” adında, 44 sayfalık bir kitap yazması ilgimi çekti, geometriden felsefe çıkarmak aklıma geldi ve araştırmaya başladım. Çok derin değil, sadece aklıma ilham olanlar üzerinden felsefi bir şeyler çıkarmayı planladım.
Kitaptan geometri: “Geometri, çizgilerin, yüzeylerin ve hacimlerin belli bir ölçü ile genliklerini ölçmeyi öğreten bir ilimdir.”
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!