Kolay değildi.
Daha yeni yeni unutmaya başlamışken ilk hazzı, ikinci hazzı yaşamak ve başka birine aşk mahiyetinde bağlanmak. Belki de ilk hazzı unutturan da o idi. Fakat uzak tutmak istiyordu bütün güzellikleri, karanlıklarla dolu yaşantısından.
Karanlık dünyasına bir ışık doğmuştu aslında. Lâkin o ışığı da karartmaktan korkuyordu. Yasaklamıştı kendine sevmeyi ve sevilmeyi; kalbinin iniltileriyle uyanıyordu her sabah. Allah’ım bir heves olsun, yaz yağmurları gibi geçici olsun ona olan duygularım diye, geceleri dualar ediyordu ve onu görmemek için köşe bucak saklanıyordu. Nefret etmek istedi ondan, ona daha çok bağlanmamak için. Fakat onun melekler kadar temiz ve güzel yüzünü her gördüğünde santim santim küçülüyor eriyordu.
Nefesinin kesilmesi, dizlerinin titremesi ve o baş dönmeleri var ya heyecandan; o bunları istemiyordu. Sevmeyi hiç istemiyordu.
....................
................................
Kasım yağmurları yağıyordu kente. Gecenin en karanlık ve sabahın en yakın olduğu saatlerde, gizli cebinden çıkardı düşlerini. Üşüyordu… Titrek bir mum alevi gibiydi cadde ışıkları. Gecenin şehri uyuttuğu, sessiz efsun saatlerinde açılırdı düş dünyasının kapıları. “ Yaz beni ” derdi hikayeler. “ Çiz beni ” derdi, şiirden resimler. En yaşanılmamış halleriyle, sanki daha bir mutluydu özlemler. Vuslata uzaktı bu yüzden. İliklerine yerleşen o derin sızı, çoğaldıkça mutlu ediyordu onu. Suskuya amâde olsa da düşünceleri, yine de içinden istemsiz bir haykırış duyulurdu.
“ Kaldırın üzerimden soğuk karanlıkları, dökülür bir bir canımın yaprakları.” diyerek, yükselirdi içinin sessiz çığlığı. Hisler denizinde rotasız bir yolcuydu. Umurunda değildi deniz aşırı ülkeler. Tek sığınağıydı düş dünyası. Yorgundu, ıslak ellerini iç cebine uzattı ve bir düşün daha resmini çizmek için kaleme sarıldı. Kalbinden parmaklarına akan, canının dökülen yapraklarıydı.
“ Kaç? ” yıl geçti böyle suskuyla
Ve göğsümde büyüyen tuhaf coşkuyla.
PLATONYA... Düşler Adası
Sığındığım düşler adasında gördüm güneşi, ayla sarmaş dolaş. Meğer ne çok seviyorlarmış birbirlerini. Işığım sensin diyordu ay. Başını güneşin göğsüne yaslamış, güneşin kalbinin tınılarını dinliyor ve bitmesin diyordu bu an. Masumlukla, sevecenlikle ve duyguyla uykuya daldıkları an; topladım yıldızları bir bir, örttüm üzerlerine. Ayrıldım oradan…
Uyanmıştım. Tatlı bir tebessüm yerleşmişti yüzüme o sabah. İmkânsız bir şeydi gördüğüm düş. Ay, güneşle sarmaş dolaş gezebilir miydi hiç? Hem sonra n’olurdu dünyanın düzeni? Mevsimler küs olmazlar mıydı o zaman? Hangi baharda tomurcuklanırdı çiçekler ya da çiçekler için bir mevsim olur muydu acaba? Yağmur mu yağardı en çok? Beklide en çok kar? Ya! Sahi o zaman dünyayı sarmaz mıydı kardan adamlar?
Bir Hikaye, Bir Şiir.
...............................................
Yaprak dökümü yine!
PLATONYA / Kendimi Aradım Uzun Yolculuklarda
Yine bir ocak ayı idi. Yaklaşık 26 saatlik yorucu bir yolculuğun ardından nihayet İstanbul'a, Avrupa yakasına güç bela varmıştık. Fatih Köprüsünün bitişinde yine o aynı yazı, sisle örtülü bir şekilde kendini göstermişti 'Welcom to Europa'. Hoş gelmemiştim Avrupa' ya ''Avrupa yakasına'' oysa. Uykusuz, yorgun, bitkin ve tükeniktim.
Kalan son takatimle sarıldım mikrofona; yine aynı sözleri tekrar edecektim.
Oysa hayat çocukluğumuzun çiçekli bahçelerinde, oyun parklarında eğlenerek geçirdiğimiz günler kadar neşeli ve huzurlu geçmeliydi değil mi? Değişen zaman bizlerden de bir şeyler alıp götürdü. Kaybettiklerimizin yanında kazandıklarımızda oldu elbet.
" Yeterli oldu mu acaba kazandıklarımız? "
“Hayır! ” Demekten alamıyor insan kendini. Yaşamın her evresine özgü yaşanması gerekli bazı değerler ve olgular var elbet ve bunların yoksunluğu olunca insan hep bir yanını eksik hissediyor nedense. Sarı saman kağıtlara yazılacak o kadar çok söz ve özlemlerimiz var ki. Ama neye, kime anlatacağız diye hep bir sırdaş, canım diyebileceğimiz bir can dost isteriz yanımızda. Sağa bakarız yok, sola bakarız yok. Yok işte!
Bize bizden öte yakın olacak birilerini bulamayız bir türlü. İşte bu yüzden kendi içimizde gömülürüz yalnızlığa. Kitap gibi okunmasını isteriz düşüncelerimizin ve dinlediğimiz bütün şarkılarda yalnızlığı nakarat gibi düşüncelerimize işleriz. Anlatılarda özlemler, dinletilerde özlemler akseder hep sözlerimize. İşte yalnızlıkların en koyu olduğu anlarda çekilirken kendi kabuğumuza ve iç dünyamıza; " hayatım sadece kitap, müzik ve yalnızlıktan ibarettir '' 'sözümüz yankılanır, yalnızlıklar dünyamızın karanlıklar çıkmazında.
Bir dünü vardı
Doyasıya yaşamadığı.
Acılarla yaşamıştı bunca zaman,
Acılar öğretmişti ona,
Acımasız olmayı.
Zaman zaman,
En zoru neydi, biliyor musun?
Eylül çağırışlarına rağmen, inadına sevgiye direnmek.
Yasak bir resimdin bana, bakmaya doyamadığım
Ve o eylül gecelerinde;
Bütün yasaklara rağmen, bakıp bakıp eşsiz güzelliğine,
“SENİ SEVİYORUM” diye haykırdığım.
Yerine ne eksem,
Yalan dolan oluyor karşılığım.
Adın bende saklı Şimal Yıldızı.
Seni alıp götüren hangi talandı?
Sevmek değildi sana olan kalp çarpıntısı.
Ötesi bir histi, yeşil yeşil yandığım.
Gözler konuşur ilk önce.
Ardından tatlı bir heyecan,
Tatlı bir esinti,
Titreme sarar vücudunu.
İlk anlarda anlamazsın.
Zamanla anlarsın,
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!