Vecdi Murat Soydan Şiirleri - Şair Vecdi ...

Vecdi Murat Soydan

YAZARIN NOTU: Anı’mın uzun olduğunun farkındayım, her şeye rağmen bölmek istemedim. Bu nedenle sabrınızdan dolayı şimdiden teşekkür ediyorum sizlere.


2000 yılının son aylarıydı. Eskişehir İli’ne bağlı Beylikova İlçesinde Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürlüğü’nde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak görev yapıyordum.Herkesin evinde bilgisayar olmasa da, bilgisayar kullanımı daha yeni yeni yaygınlaşıyordu ve yeni bir iş kolu da böylece doğmuş oluyordu. Ortalık mantar gibi bilgisayar dükkanlarıyla doluydu. Bu işi bileni de, dürüstü de, hilesine hurdasına kaçanı da hemen bir bilgisayar dükkanı açıyor, çoluk çocuğunun nevalesini çıkartıyordu. Bir dikiş tutturamayıp, her işi deneyen ve son çare olarak kurtuluşu bilgisayar dükkanı açmakta bulan, bastırttıkları kartvizitlerine unvan olarak “bilgisayar teknisyeni” veya “işletme müdürü” olarak yazdıran hepsi olmasa da bazı uyanık ve üç kağıtçı ama sözde dürüst işletmeciler ve yanlarındaki çıraklarının tamamen insafına kalıyordu insan.

Peşine şu kadara veririz, taksit olursa şu kadar olur deyip, hemen ellerine hesap makinelerini alıyorlar, bir sarraf gibi, ince ince hesap yapıyorlardı. Dişimden tırnağımdan biriktirdiğim az da olsa dövizim vardı elimde. Param hazırdı. Peşin alacaktım bilgisayarı. Fakat bir tanıdığım yoktu. O sırada ilçede bulunan matbaacı Yaşar bir yıl önce dükkanına yeni bir bilgisayar almıştı.Sanıyordu ki, bilgisayar programı sayesinde işlerini geliştirecek ve piyasadan çok daha fazla iş alacaktı. Ancak işleri umduğu gibi gitmedi ve bir süre sonra dükkanına icra geldi. Birkaç parça malı ve tabi bu arada elindeki bilgisayarı da “yediemin”e verildi. O zamana kadar ne bu sözün anlamını ne de Yaşar’ın içinde bulunduğu bu durumu bilmiyordum.İşim olmamıştı ki benim yediemin’le.Sözlüğü açıp baktım, yediemin’in anlamına. Meğerse, “birden çok kişi arasında hukuki durumu çekişmeli olan bir malın, çekişme sonuçlanıncaya kadar emanet olarak bırakıldığı kimseye” deniyormuş.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (babam)
Doğum tarihi: 29 Ekim 1943
Ölüm tarihi: 15 Ekim 1986


Ağlayan gözümün kanlı yaşını

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Bazen bu dünyaya ait olmadığımı düşünürüm. Işınlanmışım da, yanlışlıkla düşmüşüm bir yerlerden, ama çok uzaklardan gelmişim duygusuna kapılırım. Dayanamadım, geçenlerde anneme sordum. Çünkü en doğrusunu annem bilir. Babam bu dünyada yaşamadığı için ona soramadım. ‘Anne, bana doğruyu söyle, beni sen mi doğurdun? Başka bir yerden falan gelmiş olmayım? ‘ Annem garip garip yüzüme baktı, elinde süpürge ya da terlik olsa kesin kafama fırlatırdı. Mesafeyi de ayarladım, burnumun üzerine bir yumruk almayayım diye. Annem önce cevap vermedi, ama ben düşüncelerini okudum o an. Annem büyüttü beni, nasıl tanımam ki huyunu suyunu. Şöyle sertçe bir bakışı vardı ki, yanardağ olsa yanında, anneminki baskın çıkardı. Pimi çekilmiş el bombası gibiydi. Eyvah dedim bir fırtına kopacak. ‘ Manyak mısın sen oğlum? Kafanda var mı senin? Seni ben doğurdum tabi. Kim doğuracak. Bizim sülalemizde kanı bozukluk olmaz. Namusuma da laf söyletmem.’ dedi. Biliyordum bu cevabı vereceğini. Konu açılacak olsa, hemen namustan söz ederdi. Yine namustan başladı anlatmaya. Bunu hep yapardı. Kaçıncı baskıydı bu kim bilir? Ezberlemiştim diyeceklerini. Sanki bandı geriye alır, dinlerdiniz. Bandı geriye almayı şimdiki nesil bilmez. Eskiden kasetçalarlar vardı ve şarkıyı dinleyeceğiniz zaman, geriye sardırırdınız. İşte annem de aynısını yaptı. Sülalesinden aldı konuyu, zamanımıza gelene kadar bayağı saat geçti. ‘Anne, namus meselesi ayrı, yani diyorum ki, babama bakıyorum huylarını almışım, bir de sana bakıyorum, saçımızın kıvırcık olması dışında hiçbir yerimiz benzemiyor. Ben ak diyorum, sen kara diyorsun. Hatta çok da zıt düşünüyoruz. Babam belli de, vallahi seni bilemedim. Kızma be anne. Bu soruyu sormam gerekiyordu. Ben farklıyım sanki. Ne bileyim işte bu dünyaya ait değilim, yani ben başka yerlerden gelmişim sanki.’ dedim. Ulan nerden sordum bu soruyu, baltayı taşa vurmakla kalmadım, annemin sinir katsayısını da yükselttim. Annem bunun üzerine sinirinden başladı ağlamaya. ‘Yahu anam, dur, ağlama. Yanlış anladın, anamsın tamam, iyi ki bir soru sordum sana. Bilsem sormazdım. Hadi üzülme anam.’ dedim, yanağından öptüm. Bu kez başladı gülmeye. Ulan dedim kendi kendime, manyak bir aileyiz işte. Hem ağlarız, hem güleriz. ‘Otur karşıma da, sana anlatayım.’ dedi.

Annem okul yüzü görmemiş. Varlıklı bir ailenin kızıymış. Babası ölünce, annemi amcası büyütmüş. 1980 yılında Kenan Paşa ‘ okuma yazma bilmeyenler için kurslar açtı da, anam a’yı b’yi öğrendi. Ama zeki kadındır, unutmaz hiçbir şeyi. Cahildir ama zekidir. Matematiği hala benden kuvvetlidir. Ben okula giderken bile çarpım tablosunu anneme sorardım öğrenmek için. Matematiğim çok zayıftı, hala da öyleyim. Allah’tan hesap makineleri çıktı da işim kolaylaştı. Şimdi dönelim esas konumuza. Annem aldı sazı eline, başladı anlatmaya:

‘ Oğlum, babanla 1968 yılında evlendik. 1969 yılının Ekim ayının 6 sında Pazartesi günü öğlen saat oniki buçukta Ankara Gülhane Askeri Hastanesinde dünyaya geldin. 7 aylık doğdun. Doktorlar ölmemen için seni 3 gün oksijen çadırında tuttular. 3 gün benden saklamışlar, üzülmemem için. Seni soruyorum hemşirelere, uyuyor diyorlar senden için. Beni de uyutuyorlar ki, seni sormamayım. 3 gün sonra seni kucağıma verdiler. Ölmemen, yaşaman için çok dualar ettik. Baban bir yandan ben bir yandan hep ağladık, çok üzüldük. Ama iştahlıydın. Doktorlar, ölür bu bebek diyorlardı, kulağımla da duydum. Herkes inansa da bir tek ben inanmadım senin öleceğine. Anayım yavrum ben. Nasıl büyüttüm seni bir bilsen. Rahmetli Polat amcam, ‘ Bu çelimsiz bebek, bu elmayı yerse adam olur, yemezse, ölür.’ dedi. Kendi eliyle bir elmayı rendeledi, sana yedirdi. Koca elmayı yedin. Allah rahmet eylesin, amcam dedi ki, ‘ Bu bebek ölmez. Kim ne derse desin, inanma. Hem de göreceksin, bu bebek büyük adam olacak’’ dedi. Annem, sonra da devam etti anlatmaya ‘Bak, dediği çıktı amcamın. Okudun, adam oldun.’ dedi. Baban içli adamdı, sen babana çekmişsin oğlum. Huyun suyun aynı baban. Babanın içkisi vardı, senin yok. Çok tertiplisin, titizsin. Baban da öyleydi. Benim evladımsın oğlum sen. Annenim ben senin. ‘ Bir an durdu ve şu soruyu sordu:’ Oğlum doğru söyle, içmiyorsun değil mi? İçersen sütümü helal etmem sana. ‘ dedi. Yıllardır bu süt davası devam eder. Onun yüzünden tüm mahalledeki kızlar kardeşim oldu benim. Kimseyi sevemedim. Ulan burada da çıktı karşıma süt davası. ‘Yok anne, ne içkisi, içmiyorum tabi. Kumar da oynamıyorum. Bilmem zaten oyun moyun.’ dedim. Rahatladı. İçi huzur doluydu. ‘ Gelinimi de üzme Murat. O elin gurbetinde. Senle beraber yıllardır gurbette. Bak, gelinimi üzersen sütümü helal etmem sana.’ Tamam dedim, çattık.. Keşke açmasaydım bu konuyu. ‘ Başka ne kaldı anne, her şeyi söyledin. Süt, süt diyorsun, şu süt meselesini karıştırma.’ dedim. Demez olsaydım, civataları gevşemiş makine gibi öyle bir ses çıkardı ki, gürledi adeta. ‘ Yoksa içiyor musun sen? Gelinimi üzüyor musun? ‘ Anne dedim, tamam, sustum, kızma. Sustum mecburen. Geliniyle yıllardır geçinemeyen annemdir. Bunu demez tabi. Ama sever işte, ana yüreği.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Küçüktüm o zamanlar, çocuktum.
Gök gürlese anama sığınır,
Koynuna girer, yatardım.
Nerdeyse asırlar geçti,
O sıcaklığı hiç kimsede bulamadım.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Dünyayı almışım karşıma,
Yoluma yedi başlı ejderha çıksa ne yazar?

Onunla aşk bir başkadır işte,
Ben onu bir başka sevdim,
Sorsanız adını, bilirim,

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

“BERLİN’DE HAKİMLER VAR “

* Memleketin nasıl yönetildiğini anlamak mı istiyorsunuz; onun müziğine kulak veriniz. Nerede güzel eserlerden oluşmuş uyum vardır, orada adalet ve erdem hüküm sürer. Konfüçyus

Adalet deyince akla ilk gelen, herkesin hemen hemen bildiği bir deyim vardır: “Berlin’de hâkimler var! ..” Deyim nerden geliyor, hikayesine bakalım:
Prusya Kralı büyük Frederik, Postdam ormanlarında gezinirken bir değirmenin bulunduğu tepenin yanındaki alçak bir tepe üstünde durur ve değirmeni satın alarak yerine bir saray yaptırmak ister. Fakat değirmenciyi bu satışa bir türlü razı edemez. Kral değirmenciyi ikna etmek için önce değirmene değerinin kat kat üstünde bir meblağ ödemeyi teklif etse de Sans-Souci, “Olmaz! satılık değil bu değirmen.” der. Kral bu cevaba kızar ve “ Sen benim Prusya Kralı olduğumu bilmiyor musun yoksa? ” diye sorunca, “ Biliyorum, biliyorum” der Sans- Souci, “Sen de benim bu değirmenin tapusu ile sahibi olduğumu bil.” diye cevabı yapıştırır.Kral iyice köpürür ve “ Zorla alırım o halde.Bakalım o zaman ne yapacaksın? ” der.Değirmenci bu söz üzerine hiç telaşa düşmeden: “Berlin’de hakimler var.” cevabını verir. Kral bu cevap üzerine ıslah ettiği mahkemelerin adaletine kendi aleyhinde de güvenildiğini anlar ve bu yel değirmeninin Prusya Krallığı devam ettikçe korunmasını ister ve onun daha altında olan tepeye sarayını diker ve adını da Sans-Souci Sarayı koyar.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Çırpınsın sularında mehtabın ışıkları,
Erisin bütün kalpler, essin tatlı bir meltem
Dolaşsın yanan kalple Boğaz’ın Aşıkları…


Otursunlar rıhtımda gözleri ıslak, yaşlı

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Bu yazımda sizlere bir spor dalı olarak kabul edilen boksun olumsuz tarafları hakkında bilgiler vereceğim. Konuya geçmeden önce spor sözcüğünün sözlük anlamına bir bakalım. Kişisel veya toplu yarışlar biçiminde yapılan bazı kurallara göre uygulanan beden hareketlerinin tümüne spor denilir. Boksun tanımı ise, belirli kurallara uyularak yapılan yumruk dövüşü, yumruk oyunu anlamına gelir.

Ülkemizde ve dünya ülkelerinin pek çoğunda ilgiyle izlenen boks, dünyanın bilinen en eski spor dallarından birisidir. Boksun tarihine bakacak olursak, eski Yunan’da ve Roma’da boks önemli sporlardan birisiydi. Ama bu spor acımasız bir biçimde yapılırdı ve dövüş genellikle boksörlerden biri ölünceye kadar sürerdi. Daha sonra yasaklanan boks 18. yüzyılın başlarında İngiltere’de yeniden ortaya çıktı. 1719’da James Fig, Londra’da bir ring kurarak hem ders verdi, hem de bütün rakipleriyle dövüştü. Çıplak yumrukla yapılan bu dövüşlerin kuralları yoktu ve çok acımasız biçimde bazen saatlerce sürüyordu. İngiltere’de 1866’da amatör spor kulübü kuruldu. John Chambers ve VIII. Queensburg Markisi’nin yönlendirmesiyle eldivenle yapılan maçlar için kurallar getirildi. Böylece çağdaş boksun temelleri atılmış oldu. Türkiye’de boksa ilgi 1. Dünya Savaşı sonrasında başladı. 1919’da İstanbul’da ilk boks kulübü kuruldu. Türkiye’de profesyonel boks 1950’lerde başladı. 1923’te Boks Federasyonu kuruldu.

Yetkililer Avrupa’da boksa başlama yaşının ilkokula başlama yaşı olduğunu, Türkiye’de ise bu yaşın 9-10 yaş olduğunu belirtiliyorlar.
Türkiye’de boks; minik, alt minik, yıldız, genç ve büyükler olmak üzere çeşitli katagorilere ayrılıyor. Birçok ülkede halen boksun ve halterin spor sayılıp sayılmadığı tartışılıyor. Boks sporunun genç yaşlarda vücutta kalıcı hasar bıraktığını söyleyen birçok hekim, boksun bir şiddet gösterisi olduğunu savunuyor.Uzmanlar boksun bir spor olmadığını, insanlara fiziksel olarak zarar verdiğini, dişlerin kırılıp, insanda deliliğe yol açtığını belirtiyorlar. Ayrıca kafatasına alınan her darbede beynin hasar görebileceğini belirtip şu örneği veriyorlar: Yumurtayı elinizde ileri geri hareket ettirerek sallayıp içini açtığınızda sarı ve beyaz kısmının karıştığını görürsünüz.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Hep sana bakardım,
Hatır sorma bahanesiyle yanına gider,
Gizliden gizliye sana bakardım.
Yakalanana kadar, gözlerinin içine dalardım.
Yasaklı bir sevdaydı benimkisi,
Dokunmayı düşünmem bile yasaktı.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan


Bir sen gülersin böyle sıcak sıcak,
Akarsın içime ılık ılık,
Halime gülme ne olur,
Sev beni, senin de aşkın olur.

Devamını Oku