Vecdi Murat Soydan Şiirleri - Şair Vecdi ...

Vecdi Murat Soydan

Ali emmi babadan kalma,
Yıkık dökük kerpiç ev ile,
Bir çift sarı öküzü,
Ölü fiyatına sattı da gitti gurbete,
Ardından Ahmet’ler, Mehmet’ler,
Sıra sıra, dizi dizi,

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Gözümün önüne gözlerin geliyor,
Vicdanımın askeri firar ediyor o an,
Muzaffer bir komutan edasıyla,
Birkaç dakikalığına da olsa,
Kaçamak bakışlarla yasağı delecek olmanın,
Tarifi imkansız sevinci var içimde,

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (babam)
Doğum tarihi: 29 Ekim 1943
Ölüm tarihi: 15 Ekim 1986



Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Aşk olsun, hep olsun.

Kuracağın cümlelerin içinde sevgi olsun.

Para, servet istemem,

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Yarim haber salmış, nasılsın? diyor,
Yüreğine adım yazılsın diyor,
Beni delice sev, asla unutma,
Sevmezsen mezarım kazılsın diyor.

Sevmez olur muyum ölümüm gelsin,

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Atatürk, Milli Mücadelenin başlangıcından, kendisinin hayata veda ettiği ana kadar, her fırsatta milli egemenliği Türk toplumuna benimsetmeye çalışmış, her zaman kişisel yönetimin sakıncalarıyla milli egemenliğin üstünlüklerini çarpıcı şekilde karşılaştırmıştır.Çağdaş bir topluma ve çağdaş bir devlete yakışan yönetim şekli, ancak milli egemenliğe dayanan sistemdir. Büyük Millet Meclisi görüşmeleri sırasında söylediği şu sözler, bunun en güzel ifadesidir:
Cihan tarihinde bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman devleti tesis eden ve bunların hepsini hadiselerde tecrübe eyleyen Türk Milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felaketlerin karşısında doğuştan taşıdığı kabiliyet ve kudretle yerini aldı. Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve egemenliği bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerinden meydana gelen bir yüce mecliste temsil etti. İşte o meclis, yüce meclisinizdir.

Atatürkün milli egemenlik ilkesine sadece düşünceleriyle değil, derin kişisel duygularıyla da ne kadar bağlı olduğu, annesinin ölümünden birkaç gün sonra onun mezarı başında yaptığı şu konuşmada gözlemlenmektedir: Valdem bu toprağın altında, fakat milli egemenlik ilelebet payidar olsun. Beni teselli eden en büyük kuvvet budur... Valdemin mezarı önünde ve Allah huzurunda and içiyorum, bu kadar kan dökerek milletin elde ettiği ve belirttiği egemenliğin muhafaza ve müdafaası için icabederse valdemin yanına gitmekte asla tereddüt etmeyeceğim. Milli egemenlik uğrunda canımı vermek, benim için vicdan ve namus borcu olsun(Kaynak:Prof. Dr. Ergun ÖZBUDUN)

“Atatürk milletini çok sevdiği için efkarı umumiyeye de büyük ehemmiyet ve kıymet verirlerdi.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

YAZARIN NOTU: Anı’mın uzun olduğunun farkındayım, her şeye rağmen bölmek istemedim. Bu nedenle sabrınızdan dolayı şimdiden teşekkür ediyorum sizlere.


2000 yılının son aylarıydı. Eskişehir İli’ne bağlı Beylikova İlçesinde Kaymakamlık Yazı İşleri Müdürlüğü’nde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak görev yapıyordum.Herkesin evinde bilgisayar olmasa da, bilgisayar kullanımı daha yeni yeni yaygınlaşıyordu ve yeni bir iş kolu da böylece doğmuş oluyordu. Ortalık mantar gibi bilgisayar dükkanlarıyla doluydu. Bu işi bileni de, dürüstü de, hilesine hurdasına kaçanı da hemen bir bilgisayar dükkanı açıyor, çoluk çocuğunun nevalesini çıkartıyordu. Bir dikiş tutturamayıp, her işi deneyen ve son çare olarak kurtuluşu bilgisayar dükkanı açmakta bulan, bastırttıkları kartvizitlerine unvan olarak “bilgisayar teknisyeni” veya “işletme müdürü” olarak yazdıran hepsi olmasa da bazı uyanık ve üç kağıtçı ama sözde dürüst işletmeciler ve yanlarındaki çıraklarının tamamen insafına kalıyordu insan.

Peşine şu kadara veririz, taksit olursa şu kadar olur deyip, hemen ellerine hesap makinelerini alıyorlar, bir sarraf gibi, ince ince hesap yapıyorlardı. Dişimden tırnağımdan biriktirdiğim az da olsa dövizim vardı elimde. Param hazırdı. Peşin alacaktım bilgisayarı. Fakat bir tanıdığım yoktu. O sırada ilçede bulunan matbaacı Yaşar bir yıl önce dükkanına yeni bir bilgisayar almıştı.Sanıyordu ki, bilgisayar programı sayesinde işlerini geliştirecek ve piyasadan çok daha fazla iş alacaktı. Ancak işleri umduğu gibi gitmedi ve bir süre sonra dükkanına icra geldi. Birkaç parça malı ve tabi bu arada elindeki bilgisayarı da “yediemin”e verildi. O zamana kadar ne bu sözün anlamını ne de Yaşar’ın içinde bulunduğu bu durumu bilmiyordum.İşim olmamıştı ki benim yediemin’le.Sözlüğü açıp baktım, yediemin’in anlamına. Meğerse, “birden çok kişi arasında hukuki durumu çekişmeli olan bir malın, çekişme sonuçlanıncaya kadar emanet olarak bırakıldığı kimseye” deniyormuş.

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

ŞİİR: Muhip Erdener SOYDAN (babam)
Doğum tarihi: 29 Ekim 1943
Ölüm tarihi: 15 Ekim 1986


Ağlayan gözümün kanlı yaşını

Devamını Oku
Vecdi Murat Soydan

Bazen bu dünyaya ait olmadığımı düşünürüm. Işınlanmışım da, yanlışlıkla düşmüşüm bir yerlerden, ama çok uzaklardan gelmişim duygusuna kapılırım. Dayanamadım, geçenlerde anneme sordum. Çünkü en doğrusunu annem bilir. Babam bu dünyada yaşamadığı için ona soramadım. ‘Anne, bana doğruyu söyle, beni sen mi doğurdun? Başka bir yerden falan gelmiş olmayım? ‘ Annem garip garip yüzüme baktı, elinde süpürge ya da terlik olsa kesin kafama fırlatırdı. Mesafeyi de ayarladım, burnumun üzerine bir yumruk almayayım diye. Annem önce cevap vermedi, ama ben düşüncelerini okudum o an. Annem büyüttü beni, nasıl tanımam ki huyunu suyunu. Şöyle sertçe bir bakışı vardı ki, yanardağ olsa yanında, anneminki baskın çıkardı. Pimi çekilmiş el bombası gibiydi. Eyvah dedim bir fırtına kopacak. ‘ Manyak mısın sen oğlum? Kafanda var mı senin? Seni ben doğurdum tabi. Kim doğuracak. Bizim sülalemizde kanı bozukluk olmaz. Namusuma da laf söyletmem.’ dedi. Biliyordum bu cevabı vereceğini. Konu açılacak olsa, hemen namustan söz ederdi. Yine namustan başladı anlatmaya. Bunu hep yapardı. Kaçıncı baskıydı bu kim bilir? Ezberlemiştim diyeceklerini. Sanki bandı geriye alır, dinlerdiniz. Bandı geriye almayı şimdiki nesil bilmez. Eskiden kasetçalarlar vardı ve şarkıyı dinleyeceğiniz zaman, geriye sardırırdınız. İşte annem de aynısını yaptı. Sülalesinden aldı konuyu, zamanımıza gelene kadar bayağı saat geçti. ‘Anne, namus meselesi ayrı, yani diyorum ki, babama bakıyorum huylarını almışım, bir de sana bakıyorum, saçımızın kıvırcık olması dışında hiçbir yerimiz benzemiyor. Ben ak diyorum, sen kara diyorsun. Hatta çok da zıt düşünüyoruz. Babam belli de, vallahi seni bilemedim. Kızma be anne. Bu soruyu sormam gerekiyordu. Ben farklıyım sanki. Ne bileyim işte bu dünyaya ait değilim, yani ben başka yerlerden gelmişim sanki.’ dedim. Ulan nerden sordum bu soruyu, baltayı taşa vurmakla kalmadım, annemin sinir katsayısını da yükselttim. Annem bunun üzerine sinirinden başladı ağlamaya. ‘Yahu anam, dur, ağlama. Yanlış anladın, anamsın tamam, iyi ki bir soru sordum sana. Bilsem sormazdım. Hadi üzülme anam.’ dedim, yanağından öptüm. Bu kez başladı gülmeye. Ulan dedim kendi kendime, manyak bir aileyiz işte. Hem ağlarız, hem güleriz. ‘Otur karşıma da, sana anlatayım.’ dedi.

Annem okul yüzü görmemiş. Varlıklı bir ailenin kızıymış. Babası ölünce, annemi amcası büyütmüş. 1980 yılında Kenan Paşa ‘ okuma yazma bilmeyenler için kurslar açtı da, anam a’yı b’yi öğrendi. Ama zeki kadındır, unutmaz hiçbir şeyi. Cahildir ama zekidir. Matematiği hala benden kuvvetlidir. Ben okula giderken bile çarpım tablosunu anneme sorardım öğrenmek için. Matematiğim çok zayıftı, hala da öyleyim. Allah’tan hesap makineleri çıktı da işim kolaylaştı. Şimdi dönelim esas konumuza. Annem aldı sazı eline, başladı anlatmaya:

‘ Oğlum, babanla 1968 yılında evlendik. 1969 yılının Ekim ayının 6 sında Pazartesi günü öğlen saat oniki buçukta Ankara Gülhane Askeri Hastanesinde dünyaya geldin. 7 aylık doğdun. Doktorlar ölmemen için seni 3 gün oksijen çadırında tuttular. 3 gün benden saklamışlar, üzülmemem için. Seni soruyorum hemşirelere, uyuyor diyorlar senden için. Beni de uyutuyorlar ki, seni sormamayım. 3 gün sonra seni kucağıma verdiler. Ölmemen, yaşaman için çok dualar ettik. Baban bir yandan ben bir yandan hep ağladık, çok üzüldük. Ama iştahlıydın. Doktorlar, ölür bu bebek diyorlardı, kulağımla da duydum. Herkes inansa da bir tek ben inanmadım senin öleceğine. Anayım yavrum ben. Nasıl büyüttüm seni bir bilsen. Rahmetli Polat amcam, ‘ Bu çelimsiz bebek, bu elmayı yerse adam olur, yemezse, ölür.’ dedi. Kendi eliyle bir elmayı rendeledi, sana yedirdi. Koca elmayı yedin. Allah rahmet eylesin, amcam dedi ki, ‘ Bu bebek ölmez. Kim ne derse desin, inanma. Hem de göreceksin, bu bebek büyük adam olacak’’ dedi. Annem, sonra da devam etti anlatmaya ‘Bak, dediği çıktı amcamın. Okudun, adam oldun.’ dedi. Baban içli adamdı, sen babana çekmişsin oğlum. Huyun suyun aynı baban. Babanın içkisi vardı, senin yok. Çok tertiplisin, titizsin. Baban da öyleydi. Benim evladımsın oğlum sen. Annenim ben senin. ‘ Bir an durdu ve şu soruyu sordu:’ Oğlum doğru söyle, içmiyorsun değil mi? İçersen sütümü helal etmem sana. ‘ dedi. Yıllardır bu süt davası devam eder. Onun yüzünden tüm mahalledeki kızlar kardeşim oldu benim. Kimseyi sevemedim. Ulan burada da çıktı karşıma süt davası. ‘Yok anne, ne içkisi, içmiyorum tabi. Kumar da oynamıyorum. Bilmem zaten oyun moyun.’ dedim. Rahatladı. İçi huzur doluydu. ‘ Gelinimi de üzme Murat. O elin gurbetinde. Senle beraber yıllardır gurbette. Bak, gelinimi üzersen sütümü helal etmem sana.’ Tamam dedim, çattık.. Keşke açmasaydım bu konuyu. ‘ Başka ne kaldı anne, her şeyi söyledin. Süt, süt diyorsun, şu süt meselesini karıştırma.’ dedim. Demez olsaydım, civataları gevşemiş makine gibi öyle bir ses çıkardı ki, gürledi adeta. ‘ Yoksa içiyor musun sen? Gelinimi üzüyor musun? ‘ Anne dedim, tamam, sustum, kızma. Sustum mecburen. Geliniyle yıllardır geçinemeyen annemdir. Bunu demez tabi. Ama sever işte, ana yüreği.

Devamını Oku