Hastaneye ölü yetiştirir araba
Azrail pençesi mi o acaba
kahin ve kehanet
sırrın altûnî ışıltısı
geceye cinnet
cinlere emanet
Varlığımı söksem benliğimden
geriye bir ben daha mı kalacak
o kadar da var olunmamalı
eşek yükü ağırlığında
yokluğa doğru yol aldıkça
yüküm artıyor
Üşüdün mu?
Ondan mı buruştu ellerin
Gülüyorsun dudağından dökülürken acı
Bu müdür hayatın kıskacı
Kibritlerin mi tükendi
Şişmiş ayakların
Horoz, müezzinden önce ezana durur
gecenin en serini bu vakitte başlar
bir başkadır yıldızların ışıltısı
uyuyup yeni bir güne doğsak
ahşap merdivenin gıcırtısı
fabrika gürültüsüyle
Karanlığı sevenler suçludur
yok oluş girdabında devinirler
kokuya doğru yürür
ışıktan kaçarlar
cırcır böcekleri koro halinde
mevsimlerden yazın
beyaz gelinlik kana bulanmış
omuzlar üryan göz kapakları mor
elinde keskin bıçak
gecenin yıldızsız tavanında
uğultu duyuldu duyulacak
anna bell telefon çalacak
kadehin kızıl şarabı köpürdükçe köpürürsün
kanlı bir toprağı andırırsın
birazı altın gerisi yakut ve inci
hüznün tadı hayatın ufak bir sevinci
güzel kadının saçları sarmalıyor kollarımı
sarmaşık desem değil
Kanyonlardan dökülür ya nehir
kristalin güneşe cilvesi başlar
sarından maviye
bakarsın bir dünya renge
dönersin deliye
mağara şelalenin dibinde
Gönül çarşafıma kara şerbet döküldü
Yastık başım, başım da yastık oldu
Herkes uyurken istirahate çekilir
Beni rüyalarım yokuşlara sürükler
Kağıtlardan gemiler uçaklar yapalım
Tanrım senin için duvarlara neler yazalım....
Neler söyleyeceğini bilememek de şiir
yalnız içi kavrulanlar bilir
çok konuşanlar hem nefret edilir
hem de sevilir
dinozora evrilir
asrın çarklarında ezilenler




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!