Sen gittin…
Ve ben,
Gidişinle anlamını yitiren bir kalemde unutuldum.
Adını andığım her gece
Dilime paslı bir bıçak gibi dolanıyor.
Bir bahçe var, içinde açan tomurcuğular,
Renkleri solgun, ama gözlerime bakan.
Kimi parlayan bir yıldız, kimi kayıp bir hayal,
Söyle bana dostum, bu neyin özlemi?
Bir gökyüzü, renkleri dans ederken,
Kuşlar biliyor sırrını göğün,
Uçmayı bilsem, ben de dönmezdim.
Bulutlar üstünde bir düş gibi,
Rüzgârla birlikte, serin esmezdim.
Gök, mavisinde saklar özlemi,
Uğultusu dindi koca çınarın,
Dağıldı gövdesinden düşen son yaprak,
Tozlu, terk edilmiş bir sokakta,
Güneşin altına gömüldü çocuk kahkahaları,
Bir mavi uçurtma kaldı gökyüzünde,
Yarı yolda takıldı bir patlamanın yankısına.
Bir iz peşinde koşuyor gözlerim,
kırık düşlerden kalan renkleri topluyorum.
Göğün mavi perdesi çiziklerle dolu,
bir ressamın unuttuğu fırça darbeleri,
yağmuru bekleyen bulutların izdüşümü.
Göğün mavi sessizliği,
Bir ahenk içinde süzülen kuşların kanatlarında,
Kayıp bir rüyayı fısıldar sabaha,
Yalnızlığın büyüdüğü bir anda.
Zaman, gölgeleri kovalayan bir rüzgar,
Bir boşluk var,
Gözlerinin kıyısında duruyor,
Rüzgarın gittiği yere sığmayan,
Dalgaların kırıldığı o görünmez çizgide,
Bir soluk alıp,
Yaralı bir martı gibi,
Bakışların derin, bir çölün kumunda,
Karanlık gecelerde bir yıldız gibi.
Düşlerin esintisi, bir fısıldayan sır,
Göğün kanatlarında yankılanan bir niyaz.
Sonsuzluğun kapısında bir eşikte,
Derin bir akşam vakti, gökyüzü kıyametin eşiğinde,
Mavi ve morun iç içe geçtiği bir kanvas,
Göz alabildiğine uzanan gök,
Kendi renkleriyle haykırıyor yeryüzüne.
Bulutlar, pembe ve turuncu,
Alev alev yanıyor, birer muşamba gibi,
Gölge düşer gönlümün kervanına,
Hüznün su kenarındaki suskunluğu ile,
Delilik rüzgarı eser dağlardan,
Akı karasından ayırır, aşkın bir suyu ile.
Her bir kelime, bir kehanet sanki,




Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!