Leyleğin ömrünü geçirdiği gibi zaman içinde ağır ağır yok oluşunu yaşarken, varlığını unutur ve niçin bu dünyaya gönderildiğinin idrakine varamazsa eğer, dümeni kırılmış pusulasız bir kayık gibi nereye gideceğini bilemeden oradan oraya savrulur gider insan.
Ve bu savruluştan kurtulabilmek için elindeki bütün imkânları kullanıp her türlü çabayı sarf edeceğine, hâlâ tembellik ve rehavet içinde yaşamayı seçip, bana neci bir yaklaşımı tercih ederse, kaçınılmaz son gelip çattığında ne yazık ki şaşkınlığını bile anlayamamış olmanın çaresizliği içinde bulur kendisini.
İşte o an geldiği zaman ve o zorunlu teslimiyetin aczi içinde kişinin yaşayacağı pişmanlığın ona kazandırabileceği hiç bir şey yoktur. Çünkü ne kazandığı ve ne elde ettiği zaman ve mekânın dışındadır artık.
Biz insanoğlu kusurlarımızla var olur, değer kazanır ya da değer kaybederiz. Değer kazanırız, eğer kusurlarımızı kabullenip düzeltmek yolunda adımlar atabilirsek. Aksi takdirde Yaratan’ın kuluna bahşettiği sermayeden harcamış oluruz.
İnsan hata yapar, bu çok doğaldır. Doğal olmayan kusurlarını görmezden gelip suçu başka yerlerde aramasıdır. Kusurlarını görmezden gelen insan, aslında kendisini kandırdığının kendisi de farkındadır ama nefsi hatalarını kabul etmesine bir türlü izin vermez.
Kişi eğer nefsine karşı durabilme başarısı gösterebilirse kendisiyle yapmış olduğu mücadeleyi kazanma ihtimali yükselir ve kâmil insan olma yolunda ileri doğru bir adım atmış olur.
Kişinin çevreyle olan ilişkisi ne düzeydeyse şuuru da o düzeydedir.
İnsan karakterini bir daire olarak ele alırsak eğer, şuur kelimesinin ihtiva etmiş olduğu her türlü bilinçlilik durumu işte tam da bu dairenin orta noktasıdır.
İnsan bu noktaya yaklaştığı ölçüde duyarlı hale gelir ya da tam tersine uzaklaştıkça duyarsızlaşır.
”Kim ne yaparsa kendine yapar ,” diye bir söz vardır ya hani. Kim söylemişse ne kadar da doğru söylemiş.
Çok basit, herkesin aklına gelip söyleyebileceği kadar basit bir cümle bu ve bunun gibi niceleri…
Ama öte yandan üzerinde az bir şey düşününce ne kadar derin anlamlar içerdiğini de görüyor insan.
İnsan önyargılarını eğer bir kenara bırakmaz ve doğru bir düşünme perspektifi elde edemezse hayatını çekilmez kılabilir.
Önyargılı olmak doğru karar vermeyi engelleyip insanın hata yapmasına sebep olur.
Doğru yargıya ulaşabilmek için doğru bir düşünme perspektifine sahip olmak gerekiyor. Aksi takdirde başkalarının size empoze ettikleriyle hareket edersiniz ki bu durum giderek sizi düşünme tembeli yapar.
Edison ampulü bulmak için yapmış olduğu araştırmalardan birinden daha başarısızlıkla çıkınca çalışma arkadaşlarından birinin;
“Artık bu işten vazgeçsek, çünkü şu ana kadar binden fazla deney yaptık ve hiçbirinden sonuç alamadık!” demesi üzerine Edison'un
“Hayır, yanlış düşünüyorsun. Evet, amacımıza ulaşamadık ama hiçbir netice elde edemediğimiz doğru değil. Çünkü aradığımız şeyin iki binden fazla farklı yapılamama şeklini öğrenmiş olduk.” diyerek ona itiraz etmesi ve deneylerine devam etmesi çok manidardır.
Türk insanının çeşitli durumlar için ne güzel sözleri vardır, asıl söylenmek istenen sözün dolaylı yollarla söylenebileceğini anlatan. "İt ürür kervan yürür," gibi meselâ... Ya da "Kedi uzanamadığı ciğere mundar dermiş," gibi meselâ...
Adama anlatırsın anlatırsın anlamaz, anlamadığını da anlamaz. Çünkü hırsı mantığını aşmıştır, akli melekeleri çalışmaz olmuştur. Bu gibilere ne yaparsan yap, hangi dilden konuşursan konuş, "Benim oğlum bina okur döner döner yine okur," örneğinde olduğu gibi ne söylesen kâr etmez.
Cahil insan cahilliğini bilirse sorun yok. Cahil olmak kaba olmayı gerektirmediği için öğrenmek istediği takdirde cahile öğretirsin, kolaydır. Ama bir de nadan vardır ki cahildir, cehaletini bilmez. Üstüne üstlük kabadır, laftan da anlamaz. Bu sebepten nadanla uğraşmak hiç kolay bir şey değildir. Çünkü nadan cehaletini irfan sanır.
Mutluluk… Sahi, nedir mutluluk?
Cevaplanması kolay olmayan bir soru. Çünkü tek bir tanımı yok bu kelimenin ve her bireye göre değişebilir.
Kim bilir, kimine göre zenginliktir mutluluk, kimine göreyse şöhret..
Her mevsim güzeldir, bahar hepsinden güzel. Çünkü bahar, üşüyen yüreklere sıcacık umutlar taşıyan bir mevsim, Cenabı Hakk’ın kuluna güzel bir hediyesi...
Bahar, kuşun kanadındaki rüzgâr, kimi zaman üşüten, kimi zaman insanın yanağında asude bir serinlik…
Minicik bir gülümseme...
Hayat doğumdan ölüme kadar inişli, çıkışlı bir çizgi halide kesintisiz devam ediyor.
Her insanın kendi hayat çizgisi içinde yaşadıkları kendisine özeldir ve kendi tercihleriyle şekillenir.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!