Bir toplumda çeşitlilik ve farklılıkların olması o toplumu zenginleştirir. Tektipçi bir anlayışı öne çıkartmak ise o topluma yapılacak en büyük zulüm ve kötülük olur.
Allah c c. Kur'an'da (49/13) "Ey insanlar şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık. Ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabileleri ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O'na karşı gelmekten en çok sakınanızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir." diye buyuruyor.
İşte tam da bu sebepten farklılıklar ayrışma sebebi olmamalıdır. Onları iyide, doğruda, güzellikte birleştirmeli, önlerine yeni ufuklar açmalıdır.
Niyazi Mısri diyor ki "Cenab-ı Rabbül Âlemin isteyene vermez, istediğine verir."
Doğru söze ne denir? Ama bu demek değildir ki istemeyelim. Elbette isteyelim, cömertliği sınırsız olan Rabbimizden istiyoruz başka isteyecek kapımız mı var?
O'ndan isteyelim evet, başka hiç kimseden değil. Vermiyorsa da "bizim için hayırlısı odur," deyip rıza gösterelim.
Evler, evlerimiz yuva olmaktan çıktığından beri toplanma mekânları olarak değil, dağılma mekânları haline döndü ve ne yazık ki ip koptu, darma duman olduk.
O evleri, evlerimizi yeniden yuva haline dönüştürebilir miyiz, bilemem, ama Allah Azze ve Celle dilerse olur tabi.
Lâkin biz ister miyiz? Sanmıyorum, çünkü özgürlüğümüzü (!) kaybederiz sonra. Böyle iyi, değil mi?
İnsan, bu dünyanın faniliği karşısında kendisini çaresiz olarak görüyor.
Çünkü biliyor ki ölüm dünyaya gelmiş olan her canlının başında ve bu gerçekle yüzleşmek gerekiyor.
Hani denir ya "yalan dünya" diye, işte tam da bu yalanın içinde gerçeği görmek demek kişiye ruh dinginliği kazandırır.
Bu dünyada taraftar olmak en kolay şey...
Hâlbuki taraf olmak, tavır almak gerekir. Çünkü taraftarlık pasifist, taraf olmak ise aktivist bir durumdur.
İnsan hayatı taraftar olmakla değil ama taraf olmakla bir değere sahip olur.
Evet, elimizdekiyle yetinmeyi kabullenip rıza göstermek, nefsimize ağır gelebilir ve bizi mutsuzluğa itebilir.
Oysa çok iyi biliyoruz ki bizi mutsuzluğa, umutsuzluğa, hatta isyana teşvik eden içinde bulunduğumuz durum bir yerlerde başka birilerinin hayali olabilir.
Bulunduğumuz yerden yukarıya doğru değil de aşağıya doğru bakmak, içimizde oluşan isyan duygusunu bastırır ve bize rızkın sahibine şükretmek gerektiğini hatırlatır.
Bizde bir laf vardır der ki "İnsan insanın kurdudur." Bu söz ne yazık ki boşuna söylenmiş bir söz değil.
Hâlbuki insan insanın yurdu olsa daha güzel değil mi, ya da ufku?
Fakat bir türlü tatmin edemediğimiz hırslarımız, evcilleştirmediğimiz ilkel yanımız, zapt edemediğimiz nefsimiz bizi bize bırakmıyor.
Sakin ve durgun bir su gibi mi olmalı insan, yoksa çağıldaya çağıldaya önüne gelen engelleri de aşarak giden bir nehir gibi mi?
Bence her ikisi de değil. Şırıl şırıl akan bir dere gibi olmalı insan.
Durgun su bulanır, osun tutar. Zaman içinde bünyesindeki bakteriler ve kendi dışındaki etmenler sebebiyle kokmaya, hatta çürümeye başlar ve işe yaramaz hale gelir
.
"Akıl nisyan ile malüldür." denir ya hani. Bence doğru değil.
Eğer duyarsızlaşmak gibi bir hastalığı yoksa yaşadığını unutmaz insan.
Zihninin derinlerinde bir yerlere gönderir küllenmesini sağlayarak üzerini örtüp orada muhafaza eder ve yeri geldiğinde, gerekli olduğu zamanlarda yeniden gün yüzüne çıkmasını sağlar, hatırlar.
Şu akıllı telefonlar çıktı çıkalı fotoğraf çekmek ne kadar da kolaylaştı. Resmini çekeceğin şeye doğru tut telefonu, göz, gez, arpacık enstantaneyi yakaladın mı dokun ekrana tamamdır.
Gözümüzün önündeki bir manzarayı, seyretmek, seyrederek hafızamıza kaydedip bizimle birlikte yaşamasını sağlamak varken hayatı niçin enstantaneler vasıtasıyla durdurarak donduralım ki?
Bırakalım akıp gitsin.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!