Bakın çevrenize selam vereceğiniz kaç kişi vardır.Bir gülümsemeyi size çok gören, hemen tokat gibi sözlerle sizi üzen onlarca insan vardır.Bir merhabanın karşılığında” Ne var! ” diyen, ağız birliği etmiş salaklar cuntası vardır.Bu insanların arasında yaşamak, bir kelebeğin karınca yuvasına düşmesine benzer.Hiç insancıl değillerdir ve misafirperverlikleri ise hiç yoktur.Sadece yaptıkları saldırmaktır.
Buna rağmen ayaklarında ne çizme vardır ne de postal.Gayet kibardırlar.Yürüyüşleri bir balerin gibidir.Oysa ayakları kaymasın diye öyle gezerler.Başkalarına şirin görünürler.
Bir sözün karşılığında size cevap bile vermezler.Çünkü kendileri at başlıdır.Hayat telaşı içinde koşturup dururlar.Çevresindekilerin acı çektiklerini hiç görmezler.At gözlüğü takmışlardır.Dikine giderler.Sonra sağındaki solundaki insanlara seni seviyorum derler.
Asla kimseyi sevmezler.Sadece başkalarını geçmek isterler.Koşarlar, koşarlar sonra salak gibi bir duvara toslarlar.Bağıra bağıra yardım ararlar.Tek bildikleri şarkı budur.Ağlayışları duygu doludur.
Bakın çevrenize selam vereceğiniz kaç kişi vardır.O kalitede yaşayan, insanlığını unutmayan kaç kişi kalmıştır.Dağlar, taşlar insan doludur.Oysa hayat çoktan bir samanlığa dönüşmüştür.Artık sussan faydası yoktur.Gelir bir çifte seni bulur.Nal toplarsın başının ağrıdığı o an.
Böyle insanlarla yaşamak çok zordur.Her insan bir dağ olur.Ve böyle insanlarda binlerce uçurum bulunur.Bir çiçek vermek vaadiyle hayatını intihara dönüştürür.Hayatın bir mezara dönüştüğünde ise gelir o çiçeği baş ucuna kondurur.
Ne demek git git gitme ne olursun. Bu şekilde kim dur diyebilir ki acılara. Ters psikoloji neyi geri getirir. Tek yaprakla tablo olur mu? Olmaz; çünkü etrafı boş kalır. Yaşanılan tablonun etrafı boşsa, onu gözyaşıyla doldurmanın anlamı nedir? İlk önce atlet sonra gömlek ıslanır. Sen acılarla ter döktükten sonra o ıslanmış ıslanmamış çok mu?
Mor ne kadar daha mor olabilir? Kırmızı ne kadar daha kırmızı olabilir? Duygularının en kırmızısında ve morundayken insanın kendini daha çok zorlamasının anlamı nedir?
Sal gitsin. İnan gitmek isteyeni saldığında, kanını da salacaksın, ruhunu da salacaksın. Gör gör ne kadar mutlu olacaksın. Onu gördüğünden daha mutlu olacaksın.
Birini yitirmekten daha kötüsü kendi değerini yitirmektir. Unutma! Kendini yitirenin bulacağı hiçbir şey yoktur.
Yağmurun yağışı güzeldir. Aşkla sırılsıklam olmak da güzeldir. Yalnız yağmur suyu içilmez. Bırak içemediğin yağmur suları gidenin ayak izlerini silsin. Sal gitsin. Bir gülsen yağmur sularının sende bıraktığı damlayı güneş parlatsın. Bırak günün ışıkları seni mutlu kılsın.
Gözyaşlarını geri getirenebilene yani seni ağlatmadığı noktaya tekrar geri getirebilene gel demeli. Bu da mümkün değil. Sal gitsin.
Panjurları örtelim; yaşayalım tek başına.
Güvercinler bile konmasın pervazlarımıza.
Hayatımıza ne kapıdan ne dahi bacadan
Kimse girmesin, gelmesin bir daha asla.
Kapatalım kepenklerimizi bütün dünyaya.
Özgürlük kişinin özgür iradesiyle kendi siyasi görüşünü belirleyebilmesi ve o partiye oy verdiğini rahatlıkla söyleyebilmesidir. Gel gör ki Türkiye'de en çağdaş en demokrat en özgürlükçü geçinenlerin yanında bile hangi siyasi partiye oy verdiğinizi söyleyemezsiniz. Söylerseniz ne olur; zavallı, kör ve buna benzer ithamlarla karşılaşırsınız. Ayrıca Bu nasıl aydın? Aydın dediğin doğru da olsa haklı da olsa sağcı bir partiyi övmez, övemez sözleriyle karşılaşır; bağnazlıkla, yobazlıkla suçlanırsınız. Dışlanır ve aşağılanırsınız.
Türkiye Cumhuriyeti'nde her vatandaş kendi özgür iradesiyle kendi siyasetini belirleyemez mi? Ben şu partiye oy verdim diyemez mi? Hayır diyemez. Derse önce anne ve babası tepki gösterir. Sen nasıl evlatsın der. Sana verdiğim emeğe yazıklar olsun gibi bir sürü laf eder. Demek ki özgürlük ilk önce aile içinde başlar, sonra topluma yayılır. Bizim aile yapımızda baba ne derse o olur. Böyle olunca herkes kendi siyasi görüşünü diğerlerine dikte etmeye çalışıyor? Benim gibi düşüneceksin diyor? Bu mu düşünce özgürlüğü?
Örneğin bir siyasi liderin her şeyini beğenmek zorunda değilsiniz. Yarısını beğenmeniz yeterli bence. Çünkü ortalıkta hiç beğenmediğiniz o kadar siyasetçi dururken, bir siyasi kişiliği yarı yarıya beğenmeniz, ona oy vermeye kafidir bence. Türkiye demokrasinin kesintiye uğradığı dönemlerdeki uygulamalardan canı çok yanmış insanlar var. Bu yüzden siyasi fikrini açıktan açığa kimse söyleyemiyor. Söylemek demek, linci göze almak demektir. Çünkü birileri çıkar, sizi andıçlar. Takip edilirsiniz. Açığınız yakalanır sonra rezil edilirsiniz. Oturup dürüstçe muhasebe yaparak düşünen herkes aynı sonuca varır; ancak taraf olduğunuzda gerçekleri zaten göremezsiniz. Bu yüzden tarafsız olmak gerekir. Başka düşüncelere de saygı bunu gerektirir. Takım tutar gibi bir partiye bağlı olmamak için taraftar gibi davranmayı bir kenara bırakmak lazımdır. Yaşam tarzlarına duyulan saygı, siyasi görüşlere saygıyı ortaya çıkarır.
Bir arkadaşım İngiltere'ye gitmişti ve bir ailenin yanında aylarca kalmıştı. Dikkatini çeken şey bir aile içinde hem Müslüman hem Hristiyan hem de Budist bireylerin olmasıydı. Kimse kimsenin inancına karışmıyormuş, kimse kimseyi inancından dolayı aşağılamıyormuş.
Oysa Türkiye'de Alevilere karşı bile tahammülümüz yok. Onlar da din ve vicdan özgürlüğünü savunan sol partilere oy veriyorlar. Yaşam biçimleri siyasi görüşlerini belirliyor. Aslında buradan Alevilerin özgür iradeleriyle siyasi görüşlerini ortaya koyamadıklarını anlıyoruz. Sadece mevcut düzen içinde taraf olmak zorunda kalıyorlar. Bu durum türbanlılar için de geçerli. Acaba türban takanlar, gerçekten kendi özgür iradeleriyle mi türban takıyorlar. Böyle bir durum mevcutken sol partiler de onlara yobaz, geri kafalı diyerek çember takıyor. İçine düştüğü bu durum onu emekçi olsa bile, ezilenden yana, yoksuldan yana olsa bile sağ partilere itiyor. Özgür iradesiyle örtünenler arasında samimi bir şekilde sosyalist görüşe sahip olanlar olabiliyor. Ama gel gör ki sol partiler hayır sizi istemiyoruz diyor. Onlarla aynı karade yer olmak istemiyor. Şehit analarından dahi başı açık olanları seçiyor. Türkiye'de herkes yaşam tarzına göre bir siyasi anlayışa taraf oluyor. Rakı içenler bir yana, su içenler bir yana, Kürt olanlar bir yana. Kimse özgür iradesiyle siyasi görüşünü belirleyemiyor. Türkiye'de özgürlük yaşanmıyor.
Özlemin mum ışığında ısınmak gibi
Öyle karlı öyle ayazsın ki yüreğimde
Yalnızlık bile demek güç sensizliğe
Duamsın daima buz tutan ellerimde
Ne vakit çay demlesem göz renginde
Özlemek neye yarar ki hiçbir şey eskisi gibi kalmadıktan sonra. Eskiden bir kediyi sever gibi severdin beni. Ben de yanında süt dökmüş kediler gibi dururdum. Şimdi ne kedi sokuluşları kaldı bende ne de senin sıcaklığını arayışım kaldı bende. İnsan yaşamamak istedeğini yaşamak ister; ama elden bir şey gelmez. İnsan özlediklerinin yanında olmak ister; ama elden gene bir şey gelmez. İnsan sonunda kendini kaybetmek ister. O zaman hayata elveda der ve sonunda hikaye biter. Bütün bunlara rağmen hikayeyi bitirmemeli insan. Devam etmeli acılarından şiirler çıkarmaya. Devam etmeli acılardan gün batımı manzaraları yapmaya. Yürekten yaşamanın sonu beyne kurşun sıkmak olsa da, beyinden yaşamanın bedeli kalpten ölmek olsa da yaşamaya ölümüne devam etmeli. İnsanlar hayatını yaşarlar. Yola devam ederler; ama bir tek şey var hayatın boş olduğunu unuturlar ellerine bir şey geçmez; çünkü hayat zaten boş. İnsanlar yüreklerini dolduramamışlarsa neye yarar ki? Hayat zaten boş eline bir şey geçmez, gerçek sevgiyi tatmamışlarsa. Yaşamak, yaşamamak, hayata devam etmek ya da etmemek sevmek, sevmemek, susmak, susmamak. En iyisi yoluna bakmak... Özür diledikten sonra affetmek, sonradan affetmek neye yarar ki? Zaten kalp kırılmış kırıkdıktan sonra ne yarar ki o sevgiyi taşımaya. Birden duracaksın soracaksın kendine neden bu düzen böyle diye. Neden herkes sahte? Sonra bakacaksın göreceksin çare yine sensin. Hayatta yaşadığımız dengesizliklerin asıl nedeninin ya kendini ya da başkalarını olmaması gereken yere koymandan kaynaklanmıştır. O zaman yerini bileceksin. Kendini ve başkalarını hayatına tekrardan yerleştirirken, temizlik yaptığın hayatından genzine hoş kokular dolmaya başlayacaktır. İşte o zaman derin bir nefes almanın zevkini sürersin. Yaşamak meğer bir taşın aralığından bakmakmış anlarsın. Aralığı gereksiz insanlarla doldurmaktan vazgeçtiğinde, gerçeği görürsün. Gerçek ise, herkesin kendi cürmü kadar sevdiğidir. Hayatında büyük yer kaplayanların, sevgileriyle de büyük yer kaplamalıdır. Eğer öyle değilse, hayatın küçük insanların büyük gölgeleri altındadır. Seni karanlığa mahkum edenler yıldızlı geceleri de sana hor görecekleridir. Diyeceğim o ki, ben artık kediler gibi bacaklarına dolanmaktan vazgeçtim. Öyleyse neden ayklarını özleyeyim ki?
Padişahın kapıcısına hediye verirseniz buranın padişahı benim der ve şımarır.Ortalığı ayağa kaldırır ve önüne geleni ezmeye çalışır.Gider çimenleri mahveder ve sarayın gül bahçesini tarumar eder.
Oysa kapıcının görevi sarayın bekçiliğini yapmaktır ve padişahı korumaktır.Siz kapıcıyı şımarttığınızda artık kötülük kapıya kadar dayanacaktır hatta zili çalmadan içeriye girecektir.
Toplumda bazı insanlar sahip oldukları üstünlüklere rağmen olmaları gereken yerlerde olmayabilirler, yükselmek isteyebilirler.Tabi ki böyle insanlar kapılara kul olmasınlar.Hep eşikte kalmasınlar.İçeri de girsinler hatta padişahtan daha üstün olsunlar ama küçülmesinler. Kapıları tıklatarak içeri girsinler.Padişah olacaklarsa da kendilerini önce görgüyle, kültürle taçlandırsınlar.
İnsanlar şımarmasınlar.Sahip oldukları değerlerin kıymetini bilsinler.Kapıları, pencereleri kırmasınlar ve kapıdan, bacadan içeri girmesinler.Küçülmesinler.
İnsanlar başlarına ne gelirse gelsin kendilerini kibarlıkla taçlandırsınlar.Oturdukları sandalyeyi aklını kullandıklarında bir tahta dönüştürsünler.İnsanın aklıyla yüceldiğini unutmasınlar.
Padişahın kapıcısına hediye verirseniz buranın padişahı benim der şımarır.Bu yüzden insanlar şımarmayacak kişilere iyiliğin kapılarını sonuna kadar açsınlar.Onları ödüllendirsinler.
Pakistan'daki çocuk, sel felaketinin ardından çamurda yatmaktasın. Yorganın rüzgar, rüyaların yaprak olmuş gecenin en ayaz vaktinde. Saçların toprağın ıslak elleriyle yıkanırken, sabunun çamur olmuştur. Sana uzanan eller seni çamura boyamıştır.
Gemiler kalkar limandan, içi dışı beyaz ve tertemiz gemilerdir bunlar. İçindeki yüzler pürüzsüzdür. Ne Bangladeş'te yüzüne kezzap atılmış yüzlere benzer bu yüzler ne de sıcağın altında kapkara olmuş bir yüze benzer. O yüzler ki gülüşleriyle martıları kıskandırırlar. O yüzler ki hiç çamura bulaşmamışlardır. Dünya iki yüzlüdür anlayacağın kardeş. Bir yüzü sefalet solurken, öteki yüzü oksijen sağanağı altında berraktır.
Otobüsler kalkar terminallerden hiç sana uğramadan Pakistanlı çocuk. Hem sen ona uzaksın hem o sana uzak. Yollarınız kesişmeden daha, ayrılık yolun başında sizi başka yerlere savurmaktadır. Dünya yol ayırımlarıyla doludur kardeş. Daha merhaba demeden yollar elvedaya çıkmıştır çoktan. Sen Pakistanlı çocuk! Bir İngiliz çocuktan daha güzelken her şeyinle gözlerinle, ellerinle, saçlarınla neden bütün çirkinlikler senin başında? Ey Filistinli, Endonezyalı, Bangladeşli çocuk! Diğer çocuklar oyuncak tabancalarıyla oynarken, neden bütün namlular senin şakağındadır? Ey Pakistanlı çocuk! Yüzün çamura değerken, kendini çamurdan yeniden mi yaratmaktasın. Yoksa sen başka Tanrı'nın bir çocuğu musun? Hayır, bunun Tanrı ile bir alakası yoktur çocuk. Sakın Tanrı'ya haksızlık yapayım deme. Sen insanların kazdığı bir mezardasın. Küreği ona Tanrı vermemiştir. Sen başka insanların elleriyle bu haldesin. Dünya bir topsa eğer, dünyayı başkaları parmaklarının ucunda oynatmaktadır. Bu yüzden sen başkalarının oyununda çamura saplanmaktasın.
Trenler kalkar garlardan. Bir garda Tolstoy'un son nefesini duymaktasın, bir başka garda ise çocuklar bali çekmektedir ciğerlerine, bir diğerinde ise çocuklar özel okullara giderken annelerine el sallamaktadır. Ey Pakistanlı çocuk! Söyle sen ne tarafa gitmektesin. Rayların bıçak gibi keskin sırtında, kendine nasıl bir yol çizmektesin? Unutma Pakistanlı çocuk! Seller evini alıp götürse de hiç sahilinde yüzmediğin denizlere, yine de bakışlarını maviye boya. Dertlerin dev dalgalar olsa bile, yine gözlerin ufuktan ayrılmasın. Çünkü bir gün gelecek, umut çiçekleri senin tenekeden saksılarında sapsarı açacak. Dünya sana da bir avuç mutluluk verecek. Yeter ki Tanrı'ya el açmaktan usanma.
Para sevgiyi değil; sevgiliyi getirir. Para için gelen para bitince gider. Oysa sevgiyle gelen sevgisini bırakır gider ve bu bırakılan sevgi, seni sürekli mutlu eder. Hayata her küstüğünde o sevgi bir zindan penceresi gibi kararan yüreğine bir ışık süzer. O aydınlık ne bir zengin evinin salonundaki mücevher ışıltılarına ne de gökyüzündeki gece yıldızlarından doğan ışığa benzer. O aydınlık ki insanın gözünün önüne hep cenneti serer. O cennet ki sevgiyle gelenleri temaşa eder. Orada mal mülk gibi zenginlikler beş para etmez. Sevgi cennetinde yürekler paranın bile satın alamayacağı en değerli duyguları, sevgiliye sunmak için bekler. Bir bakış, bir süzülüş, bir gülüş nice paha biçilmez sevgileri bir çocuk saflığında söyler. Para yüreğe giden yolları genişletse de, içten duygular patikaya benzer. Nasıl yol kenarındaki çiçekleri, ağaçları, gölleri, dereleri hızla giden bir arabanın yolcuları göremezse, parayla konforlaşmış aşk da asıl güzelliklerin farkına varamadan dümdüz gider. Gerçek sevgi ise, el ele tutuşmuş sevgililerin aynı tabloyu çizmesine benzer ve o tablo açık arttırmada sadece yüreği zengin insanların evine gider. Bir sevginin bitişini, başlangıcı belirler. Parayla satın alınan sevgi, pili biten bir fener gibi erken söner. Karanlıkta yaşamak istemeyen, sevgisini ay gibi, yıldız gibi, güneş gibi doğal aydınlık kaynaklarıyla besler. Sevgiyle sarhoş olmak isteyen, sadece üzümleri güneşin öz ışıklarıyla hemhal eder. Sahte yüzler, gülümseyişlerinde günahları gizler. Günahkar gülümseyişler, asla cennet kapılarına benzemez. O sevgiden dudakların ıslanmışlığında, tertemiz bir sevgiye dair söz beklenmez. Yalandan cennette ise, kimse sonsuza kadar yaşamak istemez. Yıldızlı bir gecenin suya düşen ışıklarının yansıdığı duru bir rüyadan uyanırcasına bir huzur doldurmazsa bakışlarına sevgi, güneşin ilk ışıklarıyla başlayan gün, sana karanlığın lekeleriyle körleştirilmiş iki göz armağan eder. Gözlerini nasıl kapatırsan geceye, sabah öyle başlarsın güne. Bir sevgi aydınlık katmazsa gecelerine, sabah uyandığında kör gözlerle bakarsın herkese. Parayla gelen sevgi, iflas etmiş bir yürek bırakır geride. İflas eden bir yürek ya sonsuza kadar kapatır kepenklerini sevgiye ya da intihar eder.
Gülmek zordur pembe hevesler içinden.
Bir hışımla bülbüller konar düşlerinize.
Koklanmadık tek yer bırakmaz teninizde.
Kan ağlar tomurcuklarınız gözlerinizde.
Bakmak istemezsiniz pembeli çiçeklere.
Osman DEMİRCAN Henüz tanışalı iki ay oluyor.Son derece mütevazi,alçak gönüllü,yüreğinizi onun ellerine emanet edebilirsiniz.Sizi üzmeyecektir emin olun....